26 Mart 2012 Pazartesi

Gölgeler Ne Kadar da Gerçeksiniz!


Bulantıya neden olur varlığınız
Gölgeler, ne kadar da gerçeksiniz!
Hüzünlü bir gülümseme de
Küçümseyici bir yüz ifadesinde
Kaçamak bir bakışta
Bulantıya neden oluyor varlığınız
Gölgeler, ne kadar da gerçeksiniz!
Bir onur kızgınlığında
Hırçınca bir şımarıklıkta
Duyarsız bir davranışta
Bulantıya neden oluyor varlığınız
Gölgeler, ne kadar da gerçeksiniz!
Gıpta dolu gözlerde
Bir kıskançlık krizinde
Hakir gören tavırda
Bulantıya neden oluyor varlığınız
Gölgeler, ne kadar da gerçeksiniz!
Banka faizinde, asgari ücrette
Servet ve zenginlikte
Yoksulluk ve yoksunlukta
Bulantıya neden oluyor varlığınız
Gölgeler, ne kadar da gerçeksiniz!

22 Şubat 2012 Çarşamba

Emniyet Güvenlikte


Elinde sigara
Volta atıyor
Sırtında özel güvenlik yazısı
Bu kızlar çok güzel
Dantel örebilirler.

Kim bilir kaçı kaçla topluyor
Kaçtan çıkarıyor
Sorsan ekmek davası be abi!
Belki omuzlarında Adem’in
Sülbünü taşıyor.

Medeniyet


Toprağın bütün ateşini topladım
Dökülen teri, akıtılan emeği
Sokullu Mehmet Paşa’yı
Barbaros Hayrettin’i, Doria’yı
Kâğıda akıtılan Langlois Köprüsü’nü
Yakacaktım medeniyet denilen hanenin
Bütün sütunlarını
Heyhat!
Arzın çatırtılarıyla uyandım.

21 Şubat 2012 Salı

Bankamatik


Veysi işyerinden çıkarak danışmanıyla buluşacağı üniversiteye doğru yürüdü. Kafasında hocasıyla yapacağı görüşmenin içeriğini evirip çeviriyordu. Sonra birden cebinde hiç para olmadığını fark etti. İstanbul gibi bir şehirde cebinde parası yoktu. Hemen bankaya yöneldi. Cepteki para güvendi. Onsuz bu koca şehirde dolaşmak çok ciddi cesaret isteyen bir işti. Kendisinden bir milyon isteyen birine yok derse “bir milyonun bile yoksa neden yaşıyorsun” denilip bıçaklanabilir, jiletlenebilirdi. Şekeri düşse bir yerlere yığılıp kalabilirdi. Bankaya doğru yaklaşırken bu düşünceler hızla beyninin kıvrımlarında uçuşuyordu. Bankanın önüne geldiğinde iki bankamatikten birinin bir problemi olduğunu ve sadece diğerinden para çekilebildiğini gördü. Riske girip kuyruğun az olduğu ve henüz para çekilmeyen bankamatiğin önünde sıraya girmeyi ve sorunun çözümünü beklemeyi bir an için düşündü ama hemen vazgeçip çoğunluğun önünde kuyruk oluşturduğu aktif bankamatiğin önünde sıraya durdu.

Aktif bankamatiğin önünde oluşan kuyruk caddeyi doksan derecelik açıyla kesmiş yoldaki normal akışı sekteye uğratmıştı. Veysi bankamatiğe doksan derecelik açıyla uzanan kuyruğa baktı ve yoldan geçişlerin gerçekten zorlaştığını gördü. Kuyrukta sondan ikinci sıradaydı. Kendisinden sonrakine yani en sondakine baktı önce ve sonrasında önündekilere yolu kapadıklarını ve açıyı yani kuyruğun oluşum yönünü değiştirirlerse yolun rahatlayacağını söyledi. Ancak önündeki iki kişi ile birlikte kendisi ve kendisinden sonraki yolu açma maksadıyla açılarını biraz değiştirdiler. Oluşan kuyruğun arasından geçmek isteyenler kuyruktakiler tarafından hoş karşılanmıyorlardı. Öyle ya arkadan dolansana arkadaş! Ama kuyruk yolu kapatmış gelip geçenlerin dolanmaları söylenen alan ise trafiğe açık olan yoldu. Kendisinin önünde duranlar pozisyonlarını değiştirmemiş ilk söylediğinde yerlerini değiştirenlerde eski pozisyonlarını almıştı. Bu arada önündekiler azalıyor ve kuyruk ta uzuyordu. Şaşırtıcı bir şekilde kendisinden sonra oluşan kuyruğun istediği gibi oluştuğunu fark etti. Oysa uyarının işe yaramayacağını düşünmüş ve sessizce beklemekteydi. Bu durumu görünce hayatta sonuçların olayları başlatanların çok uzağında ve alakasız görünerek gerçekleştiklerini düşündü. Belki değişim çok ciddi müdahaleler ve büyük paradigmalarla gerçekleşmiyordur diye düşündü. Yaşadığı bu küçük olay kendisine düşüncesinin bir kanıtı gibi göründü.

Bu sırada aktif olmayan bankamatiğin önünde de bir kuyruk oluşuyordu. Riski sevenler kuyruğu! Azda olsa bazıları aktif olmayan bankamatiğin önünde kuyrukta sıraya geçiyor ve bekliyorlardı. Veysi içinden aktif olmayan bankamatiğin sorununun giderileceğini ve riski alanların daha önce işlemlerini yapıp gideceklerini düşündü ve içini bir sıkıntı yaladı geçti. Aslında herkes tek sırada bekleseydi ve eğer sorun giderilirse kimse avantajlı veya mağdur olmadan işlemini yapsaydı diye düşündü. Tam o sırada gözü ikinci kuyruktaki birine takıldı ve adamın yüzündeki umut ve kaygının bütün renklerini gördüğünü düşündü. Bu adam kendisinden önce işlemini yapıp gidebilirdi. Kendisi riski üstlenmediği için ve tek sıra gibi kimseyi mağdur etmeyecek bir çözüme sadece kendisi kredi tanıdığı için bu olabilirdi. Bir yandan da sorunun geç çözülebileceğini düşündü ve biraz rahatladı. Ama bu rahatlaması kendisini utandırmıştı. Ama düşündüğü gibi olmadı sorun giderilmiş ve yan sırada bekleyenler işlemlerini yapmaya başlamışlardı. İşin tuhaf tarafı kendisinin önünde beklediği bankamatik arıza verdi. Birden ortalık karıştı. Tam bankamatiğin önünde duran bey amca hemen içeri koşturdu. Diğer sıraya geçmeyi düşünmeden. Muhtemelen içerdekilere bağırdı çağırdı ya da sorunu anlamaya çalıştı. Ama tekrar geldiğinde sıradakiler karışık bir şekilde diğer bankamatiğe yönelmişti. Riski alanlar çifte karlı çıkmış olmanın mutluluğunu yaşıyor görünüyorlardı. Hem riskini alarak önünde bekledikleri bankamatiğin arızası giderilmiş hem de yan yan gözledikleri kuyruğun önünde bulunduğu bankamatik arızalanmıştı.


Veysi bu sefer duygularına kendini kaptırmamaya azimliydi. Evet, yan sıraya karışık bir geçiş olmuş öndekiler arkada sıralara düşmüşlerdi. Arızalanan bankamatiğin önünde bir bayan şaşkın şaşkın duruyordu ve o sırada amca da içerden çıkmıştı. Veysi daha önce hissettiği kötücül insani duyguların da verdiği utangaçlıkla bayana ve amcaya seslendi. “Buyurun bizden önce idiniz” deyip kendinden önceye aldı. Telaşla yan bankamatiğe geçip sıra kapanlardan ön sırada olanlar Veysi’nin bu çıkışına hoşnut olmamışlardı ve bunu rahatsızlıklarını bankaya ve bankamatiğe yönelterek çeşitli yorumlar yaptılar. Onlardan bazıları ise şansızlıklarından dem vurup günlük işleriyle ilgili konuşmaya giriştiler. Sırada Veysi’nin arkasında duranlardan bazıları da “Evet ya çok beklediler, önce onlar işlemlerini yapsın” gibi dört bir tarafa çekilebilecek yorumlar yaptılar. Veysi’nin önünde işlem yapmayı bekleyen dört kişi varken arıza veren bankamatiğin arızası giderildi ve gözü o bankamatikte olan Veysi, hiçbir vicdan azabı ve duygu dalgalanması yaşamadan bankamatiğe yöneldi. Parayı çekip cebine koydu ve oradan ayrıldı. “İşte insan! İşte hayat!” deyip yeniden hocasıyla yapacağı görüşmenin içeriğini düşünmeye başladı. 

19 Şubat 2012 Pazar

Yakınlık

Yakınının kalbinin derinliklerinde gezinmek, sancılarını, sıkıntılarını, acılarını, sevinçlerini derinliklerinde hissetmek kaçınılmaz bir sonuçtur yakınlıkta. En yakın bu yüzden hep maşuk olmuştur. Günlük hayatımızda ise hep parça parça yakınlıklarımız olur. Ve her birimiz parça parça oluruz hayatın dağdağasında. Derinlerimizde bir yerlerde içinde bulunduğumuz bu kesreti tevhide sevk eden bir merkez bizi sürekli bir öz denetim ve öz gözetime teşvik eder. Bu merkezin bende doğurduğu sonuç bütün insanlığın yedi milyarlık tek tek unsurları ile birlikte bir olduğudur. İçine düşülen farklılık ve çelişkilerin sadece birer perde oldukları en iyi aşkta anlaşılır. “En yakın” olan maşuktur. O halde aşkın en büyüğü perdeler kalktığında “bir” olan insanlığın bütününe duyulan aşktır. Günlük yaşamımızdaki yakınlıkların bizi parçalaması perdelerin gerçekliğine duyulan kuvvetli inançtan gelir. Bu bana göre bir aldanıştır ve bu aldanışın temelinde şeytan olarak kodladığımız bencilliğimiz yatar. Bencillik bizi birbirimize düşman ve rakip haline getirir. Günlük hayatımızdaki yakınlıklarımız bu bencilliğin gölgesi alında şekillenir ve bizi tevhide sevk eden, öz denetim ve öz gözetimi teşvik eden vicdan dediğimiz merkezimizi zayıflatır. Bilinç ve ruh dünyamızın dinginliğini yıkar, paramparça eder. Sonrası ise; psikolojik, sosyolojik, ekonomik, ideolojik vesaire bin bir türlü sorundur. Dünya aşksız cehennem aşkla cennettir.     

Vesvese Güzellemesi

Vesveseyi çok severim! Sahibinin şeytan olduğu düşünülen, insanın duygu ve düşüncelerini bulandıran girdiler... Berraklığın ortadan kalkması yani insanın en verimli dünyasına açılan kapı! Vesvesesi olmayan insan bana sorarsanız yaşayan ölüdür. Vesvesesiyle uğraşmayan ise zindanını hazırlayan gardiyan. Ölü ve zindanının gardiyanı! İnsanın bu dünyadaki olası iki hali yalnızca bunlar mıdır? Bence yeryüzünde yaşan insanların büyük bir çoğunluğu belli oranda ya ölü ya da kendi kurduğu zindanının gardiyanıdır. Bende bu insanlardan biriyim. Bunu fark ettiğim zaman zindanımın duvarlarının epeyce kalınlaştığını fark ettim. Dahası içinde yaşadığım hayatın ölüsü haline dönüştüğümü. Bozguna uğramıştım. Çıkış yolu arayışlarım bana vesveseyi sevdirdi. Bunu size duyurmak için de bu yazıyı kaleme aldım.
Ulularımız, hacı ve hocalarımız, bilginlerimiz vesvesenin şeytandan geldiğini bildirirler. Oysa vesvese bir imkandır! Fert fert her bireyin kendini tanıması, onarması ve kişisel bütünlüğünü oluşturarak özgürleşmesi için vesveselere ihtiyacı vardır. Onlardan korunmaya çalışmak aslında ölmeye çalışmaktır. Ulularımız gençleri öldürmek için çok tecrübelilerdir. Dimağımıza gelen hikmet kıvılcımları olan vesveseleri fark ederek hakikat güneşine ulaşma çabasına girmesini ustaca savuşturup, kendi hapishanelerinin ustaları haline getirirler gençleri. Yarım kalmışların dünyasını kurarlar. Zararsız uysal yarım kalmışların dünyası! Bu yarımlığın üzerine zulümleri, sömürüleri, düzenleri inşa ederler. Vesvese şeytandandır! İşleri yolundadır artık yarım kalmışların, yarım bırakılmışların. Kendi dünyamızın derinliklerine açılmanın yollarını bulabilmemiz için karanlıklarıma saçılan kıvılcımlar lanetlenmiştir. Promethe’mizin katillerine dönüşmüşüzdür artık. Karaciğerlerimizi yiyen akbabalarız artık. Karaciğersiz bir hayat ise bizi yeryüzünün Demostes’lerine dönüştürüyor.
Oysa bir seçeneğimiz var!! Vesveselerimizi sevmek, önemsemek. Onların izinden giderek zindanlarımızdan çıkıp özgürleşme yolunda ruhlarımızı güçlendirmek. Kendi dünyamızı, kendimizi bilebilmenin imkânlarıdır vesveseler. Zaaflarımızın işaret fişekleri. Hayat belirtilerimiz. Karakterlerimizin haritasını çıkarma şifreleri. Vesveselerinizi sevin! Onların size çok yardımcı olduğunu göreceksiniz. Size bütüncül ve özgür şahsiyetler kurma, dolayısıyla anlamlı bir dünya kurma imkânı sunduklarını göreceksiniz.
Kişiliklerimizin kılcal damarlarına vesveseler sayesinde çıkacağımız yolculuklar bize kendimizi tanıma ve kurma imkânı sağlayacaklardır. Kendini bilen neyi bilmez ki! Bilmediğini bilir öncelikle. Bilmesi gerekeni… Zaaflarını bilen neyin üstesinden gelmez ki! Beşer olmaktan çıkıp insanlaşmanın heyecan verici serencamı dünyalarımızı cennet yapacaktır. Vesveselerinizi sevmeniz ve onlarla ilgilenmeniz dileğiyle!       

Bil Bunları Çocuk!

Sana da rızık verdi mevla evlat!
Yeniyordur bir yerlerde şimdi
Sana da uçucu maddenin hülyaları kalıyor
Bir de lutfederlerse salkımın talkı

Bilmek istiyorum barınma güdüsünü
Kaybolunca ümid, karın sıcağını
Açlığın dinçliğini
Ve nihayet isyanı

Sana da yer yarattı mevla evlat!
Kalıyordur birileri şimdi
Sana da sert esen rüzgara göğüs germek kalıyor
Bir de karışmazlarsa köprünün altı

Tatmak istiyorum hayata tutunma güdüsünü
Hülyalarda gezen küheylanı
Kalbinin yeşilliğini
Ve nihayet nisyanı

Sana da arzu verdi mevla evlat!
Koşuşturuyor bilmeye insanlık
Sana da gecenin karanlığında çıplak ışık kalıyor
Bir de kesmezlerse sokak lambası

Bilmek istiyorum halini bilen büyük mimarı
Sabrı nedendir gecenin soğuğuna, gündüzün zulmüne
Yemek, barınmak, bilmek hakkındır
Lutfederlerse, karışmazlarsa, kesmezlerse.

Kadın

Kadın diye başlandığında hiç kimsenin aklına annesi gelmez. Bir kategori olarak kadın gelir. Onun özellikleri ve erkekte uyandırdıkları ile ilgili yorumlar yapılır. Çünkü insanlık dediğimiz şey kadın ve erkeğin oluşturduğu bir entitedir. Ben neden bunu gündemime alıyorum? İnsanlık dediğimiz ailenin yarısı kategorik olarak kadındır. Kategorik olarak derken kastım bebeği, çocuğu, genci yaşlısıyla bütün kadınları katmak içindir. Ama yaşlı dememeliydim çünkü kadının yaşlısı yoktur. Aslında çirkini de yoktur. Varsa bile güzelleşme umudu vardır. Narin bir varlıktır. Talep edilmeyi bekler. Ama talep etme tarzının onu incitmeyecek bir tarzda olması gerekir. Geçenlerde kadının bu tabiatını mükemmel bir şekilde yansıtan bir diyaloğa şahitlik ettim. Ev sahibi bir kadın ve onun evinde çalışan bir gündelikçi kadın arasındaki diyalog şöyleydi:
-- Kiralık olarak oturduğum ev gece konduydu ve yıkıldı. Şimdi yeni bir ev kiralamam lazım ama gündelikçilikten kazandığım para buna yetmez ki!
-- Çok üzüldüm şimdi ne yapmayı düşünüyorsun?
-- Sokak kadını olmaya karar verdim.
-- Aman allahım sen bunu nasıl yaparsın? olmaz böyle bir şey!
-- Neden beni istemezler mi? Onu mu demek istiyorsun?
-- Hayır onu demek istemedim. Seni isterler. En iyi sen yaparsın.
-- Bana çok iyi bir sokak kadını olabileceğimi mi söylemek istiyorsun?
-- Hayır onu demek istemedim...
Kendi aralarındaki diyalog böyle. Talep edilme iması üzerinden geliştirilen bu diyalog çok ilgimi çekti. Çok güzel işlemişlerdi.
Kadın kategorisinin bende talep edilmeyi bekleyen varlıklar intibaını bırakmasının nedeni bana göre onları erkeklerden ayıran tek yönlerinin bu olmasıdır. Bu tavrı göstermelerini sağlayan meziyetleri; fiziksel zariflikleri ve erkeğin cinsel arzusunun dizginlenmesinin kadının cinsel arzularını dizginlemesinden daha zor olmasıdır.
Bunun ötesine geçtiğimizde kadın tabiatıyla ilgili gözlemlerim estetiği önemsemesidir. Estetik ve zarafet belki de bir kategori kodu olarak aktarılmaktadır. Sağaltıcı olması onun başka tabi yönüdür. Sağaltıcılık onu anneliğe hazırlayan en önemli özelliktir bence. günümüz genç kızlarının kaybettikleri ve kendileri için zül addettikleri özellik aslında sağaltıcılıktır.    

Gerilim

Ağır hatlar yüklüyüm,
Tıkandım.
Maddeyi aşan ruhum,
Pişmemişliğin girdabında
Çırpınıyorum.
Lakin kırmalı, koparmalı her bağı!
Özgür kuşlar gibi uçmalıyım.
Daha dur diyorlar!
Muvazenesiz uçulmaz.
Hakları var mı?
Bilmiyorum!
Hak veriyorum.
Uç diyorlar uçamıyorum.
Koş diyorlar koşamıyorum.
Deve kuşu misali,
Başımı kumlara gömmeliyim.
Erik dalına çıkıp,
Anda üzüm yemeli.
Nihayet bir yaranı can bulup,
Ocağında küllenmeli, küllenmeliyim.
Bir bad-ı saba,
Bir ab-ı hayat beklemeliyim.
Belki vakt dolar sura üfler İsrafil,
Kim bilir! Belki vakitsiz gelir Azrail.

Geride Kalanlar

geride kaldıklarını zannettiklerim! meşgul olmadığı bir anda beynime doluşuyorsunuz. gülüşünüz, küsmeniz, kızmanız, düşünmeniz. siz benden ne istiyorsunuz? iyisiyle kötüsüyle geçti gitti. yani yaşanması kaçınılmaz olanlar yaşandı ve her birimiz artık yeni bir yerdeyiz. ama neden hala esintileriniz var üstümde?
kiminiz bana fedekarlığı, kiminiz bana ketumluğu, kiminiz bana coşkuyu, kiminiz bana hırsı vs. vs. neden hatırlatıp duruyorsunuz? bunlar olmadan yaşamak mümkün olmaz mı? hedefi olmayan nefsim anımsıyor sizi. katılmak istiyor insanlık paradoksuna. bütün iddialarımı def ettim sanıyordum. ama siz yok musunuz siz aklıma gelip bana iddiada bulunmayı dayatıyorsunuz. zamanı hatırlıyorum vesveseli bir anımda. ve başlıyor sürgün.
özlemle doluyorum. özlemek yoksun olmak değil midir? oysa kaçınılmaz olan yaşanacaksa özlem ne yapar ki? özlemek terbiye eder demeyin sakın! terbiye eden özlem kaçınılmaz görülenin yol açtığıdır. bir kez başladı mı vicdan sorgusu aklanır bütün karalar. simsiyah olur bütün aklar. akıbet felaket. böyleyse eğer bu iş, vicdan neye yarar ki?
ben terazisinde merhamet ve sevgi olmadı mı iddian felaketin olur. bu gerçek bilinmesine rağmen hayat iddiasızları mahrumlar ve mazlumlar olarak sunar gözümüze. marumiyet ve mazlumiyet aşka eşit midir? eşyanın hakikatine varmada mahrumiyet ve mazlumiyet işe yaramıyorsa oruç ve namaz niçin farz kılınmış ki? iddia aşksız niçin mahrumiyet ve mazlumiyete razı olmaz? mahrumiyet ve mazlumiyet iddiasızlıksa vicdan akı siyahı nerden bilecek? bütün aklar kara ve bütün siyahlar beyaz olacak. serilecek orta yere nefsimin haritası. dimağıma vicdanın tohumları ekilecek.

Dönemezsin

Karanlıktı meşruiyet çemberi

Işık arandı, seçtin hicreti

Çıkmadan edemezsin

Çıkıntın mı dönemezsin


Güvenli limanlar ıssızlaşınca

Meşru kavramlar şeytanlaşınca

Bilmeden edemezsin

Bildin mi dönemezsin


Fısıldadı özüne sahte ebediyeti

Yemeyi ışık sanınca yasak meyveyi

Tatmadan edemezsin

Tattın mı dönemezsin


Düşünce ıssızlığın kucağına

Tövbekârdır nefis, sığınır affına

Tartmadan edemezsin

Tarttın mı dönemezsin


Nihayet oluşur beyti makdise

Vukua gelir envai hadise

Görmeden edemezsin

Gördün mü dönemezsin


Kurulur mahkemeyi Kübra

İnsanlık vicdanından olmadan cüda

Vuruşmadan edemezsin

Vuruştun mu dönemezsin

Demostanes'e Övgü

Vazgeçmiyordu kimse
Önemliydi önemli olması gerekenler
Peki BEN!
Küçücüktüm.

Tek dinlencem kafatası
Suskunluk
Tek iştigalim hayal
O da beni beynimden vurdu

Nihayet büyük keşif
Sevildi sevilmesi gerekenler
Taptaze gönül!
Çatlayan koza

Başlıyordu kavga
Adanıyordum
Adalet olmalıydı
O da beni gönlümden vurdu

Yıllar sonra Demostenes
Çalılıklar ve mağara
Geliyordu büyük hatip
Ve değişmedi dünya

Büyük Makine

Ah zavallı Byzantion! Koca Konstantinopol! Der-i Saadet! Yar-ı Güzin İstanbul! Ne olmuş sana böyle?

Şehir, şafağın sökmesiyle çalışması için düğmesine basılan büyük bir makine gibi homurdanmaya başladı. Veysi geceden kalma bir halde ve bütün gece labirentlerinde yürümüş olmanın verdiği yorgunlukla şehrin hareketlenmelerini gözlemeye devam etti. Yavaş yavaş evine doğru yürüdüğü sokakta envai ebatta binaların kapılarından birer birer çıkan insanlarda bir mahmurluk ve telaş vardı. Akşam evine doğru giderken son durağa gelmeden eve gitmekten vazgeçmiş kendini bilinçsiz ve amaçsız şehrin sokaklarına atmıştı. Gecesine şahitlik ettiği bu şehre artık farklı bir gözle bakıyordu. Kimlerle karşılaşmamıştı ki; tinercisi, evsizi, açı, içerden bağrışmaların geldiği haneleri, ağlayarak sokağa fırlayanları, hızla geçip giden arabaları, neşeli turistleri, bozuk yabancı dil aksanlarıyla müşterileri davet eden işletme çalışanlarını, daha nicelerini… Şaşırtmıştı bu durum Veysi’yi. Onun için bu şehirde okulu, arkadaşları, davası ve bilinçlenme çabası dışında hiçbir şey yoktu ama yanılmıştı işte! Bu koca makinenin geceleri neler yapmamıştı ki! O an, Necip Fazıl’ın kaldırımlar şiirini mırıldanmaya başladı birden:

“Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.”


Gece bir grup tinerci çocuk başına üşüşmüş yemek için aldığı yiyeceği, çerezi onlarla beraber yemişti. Çocukların bazıları arsızlık edip para isteyince yok demiş ve grubun lideri gibi davranan yaşça da diğerlerinden büyük bir sokak çocuğu:

“Ayıptır lan! Ağabey nesi varsa bizimle paylaştı işte!”

Veysi ise o an için grupta bulunan 13, 14 yaşlarındaki kız çocuğunu düşünüyordu. Nasıl olmuştu da bir erkek sokak çocuğu grubuna dâhil olmuş ve onlarla yaşamaya devam edebilmişti. Ama anlamak için bağlantılı kalmayı göze alamadı. Ne yapabilirdi ki bu çocuklara ya da kız çocuğuna? Sonra çocuklardan izin isteyip gece yürüyüşüne devam etmişti. Bir binanın ikinci katında ışığı yanan bir pencerenin önünden geçerken içerden bir kadın feryat ediyordu:

“Zehir ettin hayatımı, Allah senin belanı versin!”

Muhtemelen ebeveynler odasında başlayan ve belki de uzun sürecek içine şiddetin karışacağı bir aile kavgasıydı duyduğu. Derin bir iç geçirdi ve “Haneler huzursuz” diye geçirdi aklından. Evet, sokakları acı hikâyeler, vurdumduymazlıklar, çelişkiler ve haneleri huzursuzluklarla doluydu bu koca şehrin. Oysa hayran kalmıştı ilk geldiği günlerde. Yunanlılardan, İranlılardan, Romalılardan ve Osmanlılardan yoğun esintiler hissetmişti. Büyük mimari yapı işçilerinin bağrışmaları ve savaşçı atlarının nal seslerini kulaklarında uğuldamıştı. Yüz binlerce hatta milyonlarca insan koşuşturuyordu ama o bunları hiç düşünmemişti. Sabahına yaklaşmakta olduğu bu gece onun hayata bakışını değiştiriyordu. Hanelerinde huzursuzluk olan, çocuklarını soğuk gecelerde sokaklarda bırakan, acılara duyarsız, çelişkileri normal karşılayan insanların doldurduğu bir şehirde yaşıyordu. Tarihine yaslanarak romantik düşünceler geliştirdiği şehir değildi artık gördüğü! Belki bu şehir hiçbir zaman düşüncelerindeki şehir değildi. Ama şundan emindi: bu şehir hiçbir zaman bu gecesine şahitlik ettiği şehir olmamıştı. Kendinin güvenli limanından çıkıp azgın dalgalarla boğuşmak zorunda kalan bir gemi kaptanı gibi hissediyordu. Hem romantik tarih tasavvuru hem de romantik davası ve bunlara ait bütün kavramları kaybolmuştu.

Gündüzünü anlamak için aheste aheste evine doğru yürüyor ve açık bir bilinçle şehrin canlanmasını izliyordu. Bambaşka bir görüntü oluşuyordu. Geceden kalma fotoğraf silikleşiyor, insanlar çıktıkları dört duvar arasından başka bir dört duvar arasına girmek için birbirlerini ezercesine koşuşturuyorlardı. Gecenin sırrı dışa vuran dinginliği kaybolmuştu. Veysi ürkmüştü! Kavramlarını, hedeflerini yitirmiş ve koca keşmekeşte yapayalnız kalmıştı. Şehrin gündüzü gecesinden daha korkunç gelmeye başladı. Karmakarışık duygularla zihninde dizeler uçuşmaya başladı:

Çırılçıplak yürüyorum sokak ortasında
Eğri böğrü binalar, kıvrılan yollar
İnsanlar var
Her şey olabilir kaygısıyla
Yürüyorum çırılçıplak sokak ortasında

“Her şey olabilir” dedi sesli bir şekilde. Sesi kendisine çok ürkütücü gelmişti. Kendisini koruyacak bütün kavramlarını ve analizlerini gecede bırakmıştı. Gece şahitlik ettikleri neydi? İnsanlar neden koşuşturuyorlardı? Neden kimse kimseyi, kimse acıyı, kimse çelişkiyi, kimse kendini görmüyordu? Çalışıyordu insanlar… Normalde çalışan insanların temel ihtiyaçlarını gidermeleri, dingin olmaları gerekiyordu ama öyle değildi. Milyonlarca insan çalışıyor ama çok az insan kendini görebiliyordu başka kimseyi görmeden. Yanı başındakini, eşini, evladını, arkadaşını görmeyen hatta görmeye vakit ayıramayan milyonlarca insanla dolu bu şehir. Kime gidiyordu emekleri bu insanların? Veysi kafasında uçuşan bu sorularla eve girdi. Arkadaşları hala uyuyorlardı. Ders çalıştığı masasının başına geçti. Defterini açtı ve ah zavallı Byzantion! Koca Konstantinopol! Der-i Saadet! Yar-ı Güzin İstanbul! Ne olmuş sana böyle? notunu düştü. Kendi kendine bu sorularla uğraşma sözü vererek yatağının karanlığına gömüldü.

Algılamalar

Az çok dünya kültürünün ulus devletler düzeyindeki kümelerini ve bu kümelerin üstünde olduğu iddiasındaki uluslararasılıktan haberdarım. Her kültür kümesinin kendi içinde örgütlenme kültürünü somut düzeyde algılayabiliyorum. Ve uluslararasılık denilen şeyin nasıl örgütlendiğini de biliyorum. Kendimi ne alt kültür kümelerinden herhangi birine ne de evrensel dedikleri uluslararası kültürün hali hazırdaki işleyişine ait hissetmiyorum. Dostluğa paylaşıma ve fedekarlığa değer veriyorum. Alt kültür kümelerinde uluslararası hayat standardlarında yaşama arzusunun kamçıladığı yarışmanın neden olduğu çekişme ve gerilim midemi bulandırıyor. Dolayısıyla ulus devlet düzeyindeki örgütlenmeler ve milli ekonomi dedikleri değerin bölüşümü beni fazlasıyla rahatsız ediyor. Dünyanın ortak zenginliklerinin kullanımını ise orman kanunu belirlemektedir. İnsanlığın geldiği bu nokta çok korkunçtur.
Hayatımızın fiziksel koşullarını düşündüğümüzde çok rahat ve ileri bir aşamadaymışız yanılsamasına kapılırız. Örneğin ben bu yazıyı bilgisayarda yazıyorum ve yazıyı yazarken çok güzel halk türküleri dinliyorum. Ama yazdığımın içeriği ne kadar da rahatsız edici. Oysa yazıyı yazarken kullandığım imkanları gerçek imkanlar olarak görüp kendimi melankoliye kaptırmasam ne kadar mutlu olurdum değil mi? Oysa bir insan yok. İçimin fırtınasını anlayarak dindirecek. Bir insan. Bir dost. Çok rahat bunun benim insanlarla iletişim kuramamla ilgili olduğunu düşünüp işin içinden çıkabilirsiniz. Etrafımdakiler benim gibi; midemi bulandıran, beni rahatsız eden süreçlerden öyle yada böyle etkilenmişlerdir. Fakat bu etkilenmişliği kişisel insani bütünlüğe darbe olarak adlandıran çok az insan var. Ulusal ve küresel işleyişten pay alamadığım için bunları yazdığımı düşünenler elbette olacaktır. Bu doğru değil! Hem maddi hem manevi anlamda hem ulusal düzeydeki hem de uluslararası düzeydeki işleyişin zirvesinde oturmuş seyrediyorum. Ve gördüklerimin dile gelişinin tadı ağzımın tadını kaçırıyor. Yazmakla sizinde ağzınızın tadını kaçırıyorum. Yazıyı öğreten Rabbe hamdolsun. Bu acı tada ortak bulmamı sağladı.
Malthusçu ekonomik değer bölüşümü kaçınılmaz bir şekilde birilerinin sürekli geçim kaygısı içinde yaşamasına neden oluyor. Bu kaygı; ekonomik değeri, birilerinin emeğine ve zenginliğine el koyarak elinde tutanların yaşam tarzına muktedir olmalarını beraberinde getirmektedir. Güzelliğin, çirkinliğin; uygunluğun, uyumsuzluğun; iyinin, kötünün, doğrunun, yanlışın; sanatın ve estetiğin ölçülerini artık bunlar belirlemektedirler. Bütün bu ölçülere paçavra muamelesi yapmak melankoliye neden olmaktadır. aksi ise insani bütünlüğün parçalanmasına neden olmaktadır. Hedefe oturttuğum şey iktidar örgütlenmesi değildir. Öyle yada böyle iktidar kaçınılmazdır. Çünkü insani bütünlük adaleti kaçınılmaz kılmaktadır. Adalet mefhumunun orman kanunu olarak anlaşılmaması için iktidar zorunludur. Ama nasıl bir iktidar?

Adın Bir Yangın Yeri Gibi

Zihnimin bir köşesinde ahın
Kulak kesiliyorum
Adın
Yakıyordu İbrahim’i

Bir yangın yeri gibi adın
Savruluyorum
Kadın
Şenlendiriyordu rahimi

Aldanmıştı iğvasına şeytanın
Kovuluyorum
Sürgün
Pişiriyordu Adem’i

Ötesi var mı hayatın?
Sorguluyorum
Ahın
Muştuluyordu cenneti