13 Kasım 2025 Perşembe

Sırana uy kardeşim!

    Veysi'nin 13 Kasım 2025 tarihli saat 08:30 Ankara üniversitesi İbn-i Sina Hastanesi'nde kontrol randevusu vardı. Çocuklar tatilde olduğundan eşi uyanmıyor kendisine ne kahvaltı hazırlıyor ne de uğurluyordu. Az kalmıştı çocukların okulları bir sonraki hafta, hafta başında yine başlayacaktı. 1 haftalık verdikleri eğitim arası tamamlanmış olacaktı. Erkenden uyandı ve kahvaltı dışında günlük sabah ev rutinini tamamladıktan sonra randevusuna yetişmek üzere minibüs durağına doğru yürüdü.

    Bineceği minibüs çok sık gelen bir minibüs değildi ancak ilk hareket noktasına yakın bir yerde durduğundan boş koltuk bulma şansı vardı bu bakımdan içi rahattı. Kahvaltı etmemişti. Minibüs beklerken yolun karşı tarafındaki kafede bir simit çay yapayım mı diye düşündü ancak çok sık gelmeyen minibüsü kaçırma riskini göze alamadı 

    Beklemeye başladı ancak zaman geçmiyor gibiydi. Randevuya vaktinde yetişme kaygısıyla volta ata ata bekledi. Otobüsler, minibüsler geçiyor ancak beklediği minibüs bir türlü gelmiyordu. Koltuk bulma, oturarak gitme fikri aklından çıkmıştı. Derken minibüs geldi ancak tıka basa doluydu. Bırak boş koltuğu, içeri girebilmek için bayağı bir zahmet çekti. Tabi az sayıda servis olduğu için yolda minibüsün izlediği güzergahta yolculuk yapacak çok fazla yolcu birikiyor ve servisi az sayıda olan minibüs sıkış tıkış oluyordu. Bu durum tabi ki minibüs sahipleri ve belki de çalışan şoförler için iyi oluyordu ancak bekleyenler için zamanı donduran bir tesir bırakıyordu.

    Veysi, boş koltuk bularak oturur bir şekilde yolculuk etme fikrini bıraktıktan sonra bari vakitlice randevuma yetişeyim derken zaman rüzgâr gibi geçiyordu. Yol dolu, trafik çok geliyor ve zamanın hızına yetişemiyordu. Veysi minibüse binmeden önce geçmeyen zamanın minibüsün içindeyken dört nala geçip gitmesine şaşıp kaldı. Demek ki zaman kişilerin içinde bulunduğu halle ilgili bir şeydi ya da belki de aslında aynıydı zaman, hep menzil ile kavuşmak isteyen arasındaki boşluktu. Değişen şey ise minibüse kavuşmak isteyen ya da randevuya yetişmek isteyenin kendisiydi.

    Kendisinin randevuya yetişme kaygısı zamanı hiç geçmiyor/çok hızlı geçiyor gibi hissettirse de aslında yol hep aynı yoldu, trafik yoğunluğu hep aynı yoğunluktu. Vakitlice hastanenin, muayene olacağı bölümünün önünde indi ve hızlıca bölümün sekretaryasına geldi.

    Sekretaryadaki bayan görevliye;

-          Merhaba, günaydın, şey benim randevum vardı da

    Diyerek daha öncesinden hazırladığı kimliğini görevliye uzattı.

    Görevli,

-          Merhaba, günaydın!

    Diyerek Veysi’nin uzattığı kimliği aldı ve işlemleri yapmaya başladı. O arada Veysi’nin aklında bir sonraki hafta gireceği ultrasonun fark ücreti geldi ve görevliye;

-          Aslında ben sizin öğrencinizim, öğrencilere yönelik bir uygulamanız var mı?

    Diye sordu.

    Görevli;

-          Maalesef! Hastanemizde 65 yaş üstüne de engelliye de öğrencilerimize de herhangi bir ayrıcalık tanınmıyor.

    Dedi. Veysi’nin okuduğu İstanbul Üniversitesi’nde, tabi 20 yıl önce, üniversitesinin hastanelerinde durum bu değildi. Üniversite hastaneleri öğrencisiyle ilgilenir, ultrason, röntgen ya da başka başka ekstra fark ücretler alınan hizmetleri kendi öğrencilerine ücretsiz sağlardı. Ayrıca; toplumun genel olarak pek çok ücretten ya da fark ücretten muaf tuttuğu 65 yaş üstü ve engelliler için bu hastane üniversitesinin herhangi bir muafiyet sağlamaması biraz şaşırtmıştı. Demek ki bazı şeyler değişmişti. Doğru epey zamandır yaklaşık 20 yıldır öğrenci olarak bir yere gitmiyordu. Ya da bu hastanede işler başından beri böyle gidiyordu. Görevli kayıt açıp numaraya vermeye çalışırken Veysi’nin “öğrenciyim” demesine ilgi duyarak;

-          Aaa! Çok iyi! Hangi bölüm?

    Diye sordu. Veysi;

-          Sümeroloji bölümünü kazandım!

    Dedi, ilgi duyulmasından memnuniyet duyarak. Görevli 411 numarasının basılı olduğu kâğıdı Veysi’nin kimliği ile beraber uzattı ve;

-          İlerde 404 numaralı odayı takip edin.

    Dedi. Veysi teşekkür ederek sekretaryadan ayrıldı ve 404 numaralı odanın bekleme bölümüne konulan boş sandalyelerden birine oturdu ve numaratörde 405 numarasını gördü. Kendisinin numarası 411’di. Demek ki kendisinden önce 5 kişi vardı sıra bekleyen. Telefonunu çıkarıp bir şeyler okumaya daldı. Sonra başını kaldırınca numaratörde 415 numarasını görüp panikledi. Okuduğu şeye bu kadar dalmış olabilir miydi? Farkından olmadan 10 kişinin girip çıkacağı kadar zaman geçmiş olabilir miydi? Ayağa kalktı ve doktorun muayene ettiği odanın kapısına yöneldi ve;

-          Ben 411 numaradayım ancak 415 girmiş

    Dedi, bu adam ne yapıyor der gibi kendisini merakla takip edenlere. Nerdeyse aynı anda;

-          Benim numaram 407, benim numaram 408, benim numaram 410, sana daha vakit var

    Dediler. Veysi;

-          Peki tamam o zaman, ben 415’i görünce kaçırdım mı acaba diye düşündüm.

    Dedi. Veysi’nin yanında oturan ve benim numaram 410 diyen beyefendi;

-          415 yatan hasta numarası, onları öncelikli olarak alıyorlar, hastanenin böyle bir uygulaması var.

    Dedi. Ve yine herkes sessizce beklemeye başladı ve Veysi yine telefonunda daha önce okuduğu metni okumaya döndü. Birden bir curcuna başladı. Veysi’nin yanında oturan hasta;

-          405 çıktı, 406 yok burada, söyleyin doktora 407’yi çağırsın

    Diye biraz yüksek bir tonda kapının yanında oturanlara seslendi. 408 numaradaki adam tam da kapının önünde duruyordu ve Veysi’nin yanında oturan ve 410 numarada olan hastadan başkaca bekleyenler de onun çağrısına katıldı;

-          Evet evet söyleyin 406 burada yok

    Dediler.  Veysi 406’nın burada olmadığını kendisinden önce bekleyeme başlayanların hepsinin bildiğini düşündü bu konsensüse bakarak. Bu arada 408 numarada olan ve kapının yanında oturan kişi kapıya yöneldi ve içeri giriverdi. 407 numarada olan şahıs ise numaratörde numarasının çıkmasını bekliyordu ancak 408 numaradaki adam doktorun yanına girmiş muayenesini olup çıkmıştı. Veysi’nin yanında oturan ve 410 numaralı kâğıdı elinde tutan adam

-          Millet uyanık olmuş arkadaş, biz adam işi düzeltsin dedik adam sırası gelmediği halde 407 numaradaki insanın hakkını yiyerek içeri girdi

    Diyerek “doğrucu” bir görüntüyle ancak “o uyanık neden ben olamadım” hayıflanmasını gizleyemediği bir ses tonuyla söylendi. 407 numarayı elinde tutan ve aslında kendi sırası alınan şahıs biraz katıldı bu söylenenlere söylenerek ancak sonrasında sessizlik oluştu. 407 numaranın hakkına girerek içeri giren ve muayene olan adam dışarı çıktı. Çıkarken herkes ona öfkeyle bakıyordu ancak o hiç aldırmadan ve kimseyle göz teması kurmadan ortamdan ayrıldı. Sonrasında 407 numaralı şahıs içeri girdi. Ve yine karmaşık bir durum ortaya çıkmıştı. 408 muayene edilmişti. Doktorun 409 çağırması gerekiyordu. 409 numaralı kâğıdı elinde tutan kişi kapının karşısındaki koltuk sırasında oturmuş bekliyordu. 407 numaralı hasta da muayenesini olup çıktıktan sonra numaratörde 408 numarası göründü ancak 408 numaralı hasta muayenesini olup gitmişti. Veysi’nin yanında duran adam;

-          Niye 409’u çağırmıyor 409 sen değil misin?

    Diyerek 409 numaralı kâğıdı elinde tutan hastaya sordu.

    Adam;

-          Evet benim.

    Dedi gözü numaratörde bekleyerek ancak hala 408 numara çağrılı görünüyordu numaratörde. Veysi bu karmaşıklığı düzeltmek için doktorla konuşma üzere ayağa kalkıp kapıya yöneldiğinde yanındaki 410 numaralı hasta,

-          Hooop ben senden önceyim

    Dedi, yüksek sesle. Veysi; biraz önceki diyalogda lanetlenen uyanıklardan olmamak için hemen yerine döndü ve adama dönerek;

-          Sorunu düzeltmek için gidiyordum.

    Dedi, kusurunun izahını yapar bir mahcubiyetle. Numaratördeki numara hala değişmiyordu ve 409 numaralı hasta bekliyordu çağrılmak için. Birden Veysi’nin yanında duran ve “hoop ben senden önceyim” deyip karmaşayı çözmek için doktora gitmek isteyen Veysi’yi gerisin geriye döndüren adam birden ayağa kalktı ve kapıya yönelerek içeri girdi. Başta 409 numaradaki adam herkes şaşkındı. Adam işi velveleye getirip numaratördeki numara 409 olmadan içeri girmişti. O içeri girer girmez 412 numara çağrıldı ve Veysi, bu numaranın yatan bir hastaya ait olduğunu anladı. Bir kadın elindeki kâğıdı gösterip

-          Burada 412 yazmıyor mu?

    Diyerek kâğıdı bekleyenlere gösterdi ancak 410 numara içerdeydi artık. Herkes kadını teşvik ederek içeri girmesini salık veriyor böylece içeri giren 410 numaranın dışarı çıkarılmasını istiyordu. Kadın içeri girmeye çalıştı aldığı destekle ancak doktor 410 numaradaki adamı kastederek içerde hasta var deyip kadına dışarı çıkmasını söylemişti kadının yüzünden düşen bin parçaydı.

    Doktor tabi işine odaklıydı, biri girmiş mi içeri? girmiş, oturmuş mu önüne? oturmuş, senin numaran kaçtı, birinin hakkını yiyerek mi içeri girdin? Benim çağırdığım numara sen misin? Değil misin diye sormuyordu. Kadının gördüğü muamele 409 numaradaki adamın da ve bekleyen diğerlerinin de cesaretini kırmıştı. Sessizce bekleşmeye devam ettiler. Derken 410 numaradaki adam muayenesini bitirmiş ve dışarı çıkıyordu. Veysi özellikle bakıyor, göz teması kurmaya çalışıyordu ancak adam hiç oralı değildi ve normal akışında doktorun yönlendirdiği kan alma bölümüne gidiyordu.

 Veysi bir an için kalkıp önüne geçerek “sen ne yaptığını sanıyorsun? Neden sıra da sıra diye kafa ütüledikten sonra da sıranı beklemeden içeri girdin?” diye söylenmeyi düşündü ama “sıra üzerine ahlak dersi verip sırasını beklemeden içeri giren sonra da hiçbir şey olmamış gibi davranan bu adam, benim söyleyeceklerimden mi utanıp kendine çeki düzen verecek?” diyerek vazgeçti. Herkes adama bakakalmıştı ve derken 409 numara çağrıldı numaratörde. 409 numaralı adam kalkarak içeri girdi ve herkes sessizce yine beklemeye başladı.    

6 Kasım 2025 Perşembe

Parayı Almadan İşi Yapmam Abi!

 

Veysi’nin iş yeri gündelik hayatta lazım olan kaşe, müdür, musluk başı, zımba vb. gibi ıvır zıvır şeylerin üretildiği, üretilmezse de satıldığı Ankara’nın Ulus semtine yakın bir yerdeydi. Bunu elbette dostları da biliyordu. Bir gün Veysi’nin bu bahsedilen Ulus’a uzak bir kamu kurumunda çalışan dostlarından biri Veysi’yi aradı ve üretimi Ulus’ta yapılan kaşeye ihtiyacı olduğunu ve ihtiyacının acil olduğunu söyledi. Aynı günde hatta mümkünse aynı saat içerisinde hazırlanmasını istiyordu kaşenin.

 

Ücretini ise esnafın hesap numarasını Veysi kendisine bildirdiğinde esnafın hesabına eft ile atacaktı ve kendisi gelip kaşesini alacaktı hazır olduğunda. 

 

Veysi, eski alışkanlıklarının verdiği rahatlıkla, gider kaşenin üzerinde olacak bilgileri verir iş yerime dönerim, kaşe hazır olduğunda ise ya kendisi ya da arkadaşı gider, parayı verir kaşeyi alırdı diye düşünüp hızlıca çıktı, zira işin aciliyeti vardı. Kaşenin bir an önce hazırlanması gerekmekteydi. 

 

Yolda giderken de arkadaşına kaşenin üzerinde olacak bilgileri doğru yazmasını ve neyin nerede olacağını net bir şekilde düzenleyerek kendisine mail atmasını telefonla arayarak ve ayrıca mesajlar yazarak istedi. Arkadaşı da kendisine bilgileri düzenleyip mail attı. Veysi mailine baktı ve arkadaşının mailini gördü ve “tamamdır” diye arkadaşının mailine cevap ta yazdı. Ancak Veysi’nin mailin, arkadaşının Adı, Soyadı ve Ünvanı’ndan ibaret olan içeriğini kaşe üreticisine göstereceği akıllı telefonunun şarjı bitti. Talihsizlik miydi, tedbirsizlik miydi ayrı mevzu! Ama diğer telefonu yanındaydı. Esnafı bulduğunda arkadaşını arayıp teyit ettirerek yine de bu sorunu çözebilirdi.

 

Yolda giderken Veysi, banka kartlarının ve para cüzdanının içerisinde olduğu çantasını yanına almadığını fark ederek

 

-          Eyvah tedbirsizlik ettik!

 

Diye söylendi ancak ne olabilirdi ki?! Esnafa kaşenin üzerinde olacak bilgileri verecek, esnaf ta kaşeyi hazırlayacak ve kendisi ya da arkadaşı gelip ücretini ödeyerek kaşeyi alacaktı eni konu. Veysi’nin bildiği ve toplumun da genel kabul gördüğü ticaret usulü böyleydi. Ama akıllı telefonunun şarjının bitmesi, çantanın alınmamış olması üst üste gelince oluşan yoksunlukları ve tedbirsizlikeri düşündü. Veysi kendine iyi bir kızdı ama işin de hallolması gerekiyordu. Ulus semtinin dört yönlü döner kavşağında ışıkların ve arabaların akışını da hesap ederek çok vakit kaybetmeden karşıya geçti. Basitçe karşıya geçmiş gibi görünebilir ama iş öyle değildi. Trafik ışıklarının yeşil, sarı ve kırmızı durumları ve arabaların yoldaki konumları hesabın içindeydi.  

 

Kaşenin üretiliyor olabileceği muhtemel iş merkezine doğru hızlıca gitti ve iş merkezinin girişinde bir dükkânın çalışanına;

 

-          İş merkezinde kaşeci var mı, biliyor musunuz?

 

Diye sordu. Dükkân çalışanı:

 

-          Karşıda!

 

Diyerek oldukça kısa bir diyaloğa girerek yolun karşı tarafında biraz içeriye doğru giden yolu gösterdi. Veysi karşıdan karşıya geçme maharetini kullanarak vakit kaybetmeden karşıya geçti ve içeriye doğru girdi bir diğer esnafa;

 

-          Kaşe yaptırmak istiyorum, nerede yaptırabilirim?

 

Diye sordu. Esnaf;

 

-          Sol tarafa dönün hemen orada kaşeciler var

 

Diyerek eliyle işaret etti. Veysi biraz ilerleyip sola döndü ve hemen yolun karşısındaki kırtasiye dükkanının önünde duran gence karşıdan seslendi;

 

-          Kaşeciler nerede biliyor musun?

 

Diye biraz yüksekçe bir sesle seslenerek sordu. Delikanlı, peşin satan esnaf rahatlığı ve biraz da delikanlılığın verdiği aykırı bir tavırla;

 

-          Burası!

 

Dedi, kısa bir cevapla. Veysi, delikanlılığına vererek gencin aykırı tonundan hiç rahatsız olmadan “Bulduk” rahatlığıyla yolun karşısına geçti ve selam vererek içeri girdi. Eski alışkanlıkları ve toplumun ticaret ilişkilerine dair kabullerine dayanarak hiç paradan bahsetmeden kaşe yaptırmak istediğini söyledi.

 

Esnaf;

 

-          Ne yazacak kaşede abi?

 

Diye sordu. Veysi arkadaşının adı ve soyadı ile birlikte ünvanını da söyledi ama esnaf bir kâğıt uzatarak;

 

-          Buraya yazabilir misin abi sonra yanlışlık olmasın

 

Dedi. Ünvanı İngilizce bir kelime olduğu için Veysi yazmadan önce akıllı olmayan telefonundan arkadaşını aradı. Önce kaşenin üzerinde olacak adı, soyadı ve ünvanının puntolarını sonra da sırasını tekrar sorarak teyid etti. Ünvanı ile ilgili olarak İngilizce kökenli kelimenin Türkçe yazılışından emin olmak için harflerini tek tek teyid ettirdi. Bunu yaparken arkadaşı kendisine telefonda gülüyordu. Gülmesinin nedeni kelimenin Türkçe telaffuzunun artık o kelimeyi Türkçe bir kelimeye dönüştürmüş olması ve günlük, resmi ve yazı dilinde kelimenin yaygın olarak kullanılıyor olmasıydı. Veysi elbette arkadaşının bu kadar yaygın olan bu kelime ile ilgili olarak bu kadar titizlenmesine güldüğünü biliyordu. Ancak arkadaşına;

 

-          Gülme!

 

Dedi, arkadaşını nizami olmaya davet eder bir tonda. Arkadaşı, Veysi’nin işleri olabildiği kadar hatasız yapmaya gayret ettiğini öteden beri bildiği için Veysi’nin teyit yönlendirmelerine uyarak ünvanının harflerini tek tek teyid etti. Veysi de esnafın kendisine uzattığı kâğıda kaşenin üzerinde olacak bilgileri düzgün bir şekilde yazdı ve esnafa verdi. Kâğıdı verirken de;

 

-          Zahmetinin ücreti ne kadardır?

 

Diye sordu. Esnaf;

 

-          200 TL

 

Diye cevapladı. Veysi gayet normal ve olağan bir şey anlatıyormuş gibi çantasını yanına almadığını, yanında para olmadığını, iş bitince kendisinin veya arkadaşının gelip parayı vererek kaşeyi alacağını anlatmaya çalışıyordu. Esnafın diyalog tonu birden değişti;

 

-          Yok olmaz abi, parayı almadan ben kaşe yapmıyorum.

 

Dedi. Veysi

 

-          Nasıl yani!?

 

Diyerek iş bittiğinde kendisinin ve arkadaşını gelip parayı vererek kaşeyi alacağını, kaşeyi almaya gelmeme gibi bir durumun mümkün olmadığını, kaşeye ciddi ve acil bir şekilde ihtiyaç duyulduğunu, iş yerine dönüp çantasını almasının vakit kaybettireceğini anlatmaya çalışıyordu. Bu izahatı yaparken de aklından; itimada layık mı görmedi acaba?, Nasıl esnaf bu arkadaş paraya ihtiyacı mı yok?, Bu kadar müsamahasız, müşterisine güvensiz olabilir mi bir esnaf?, Dalga geçtiğimi mi düşünüyor?, İşi yapacak, parasını alacak hayır neden olmazmış? Gibi onlarca soru geçiyordu. Bugüne kadar bildiği itimat üzerine iş yapma tarzı değildi bu. Esnafın yüzünü inceledi biraz. Katiydi, yapmayacaktı. Veysi bozulmuştu hakikaten.

 

Veysi’nin bozulduğunu gören, tutumunu izahta zorlanıyor gibi olan ve hayır demenin kelimelere yüklediği ağırlığın etkisiyle esnaf;

 

-          Abi ben para almadan kaşe yapmıyorum. Bana kaşe yaptırıp sonra gelmeyen, paramı vermeyen en az üç tane müşterim oldu. Ben yaptığım kaşeleri çöpe attım. Beni anla abi dedi.

 

Veysi;

 

-          Elbette seni anlıyorum. Ancak sen de benim durumumu anla. Bu kaşeye acil ihtiyacım var. Sen başla yapmaya ben işyerime gidip çantamı alıp geleyim ve paranı vereyim. Vakit kaybetmeyelim.

 

Dedi ancak esnaf;

 

-          Olmaz abi, yapamam! Dedi.

 

Veysi bozulmuş, bildiği ve toplumda genel kabul gördüğünü düşündüğü müsamahaya ve anlayışlı davranmaya dayalı ticari davranış kodunun işlemediğini, esnafın yaşadığı tecrübeler doğrultusunda bir prensip kararı aldığını ve işi para almadan yapmayacağını düşünerek dükkândan çıktı.

 

Hem bozulmuş hem de biraz sinirlenmişti. Veysi’ye göre esnaf genel-geçer kabul gören yaygın ticari anlayışa göre davranmamıştı. Aslında; esnaf ta Hayır! Yapamam! derken Veysi’deki kırgınlık ve bozulma emarelerini görerek utangaçça izahlar yapmak durumunda kalmıştı. Çantasını almak için mecburen iş yerine dönecek ve çantasını alıp geri gelecekti. Hem bozulduğu hem de sinirlendiği için bölgede kaşe yaptıracağı başka bir esnaf aradı ama yoktu. Belki de esnafın bu tavrı bu bölgede kaşe yapan tek esnaf olması dolayısıyladır diye düşündü. Öyle ya geçmiş kötü tecrübesine Veysi’yi kurban etmiş, itimad etmemiş, parayı almadan ihtiyacı karşılamamıştı. Para kazanmamak üzere dükkân açan bir esnaf gibi müşterisini kaçırtmıştı.

 

Veysi daha hoşgörülü ve müsamahakâr kaşe yapan başka bir esnaf ararken bunları düşünüyordu. İtimad uyandırmayan bir görüntüm mü var acaba diye de kendini yokluyordu. Kararlıydı, başka bir esnaf bulacak ve alışageldiği itimat ve hoş görme, tolare etme temelli ticaret anlayışına göre iş yapacak bir esnaf bulup kaşe yaptıracaktı.

 

Ama başkaca bir esnaf yoktu. Kaşeyi o bölgede bir tek o yapıyordu. İş yerine dönüp çantasını almak zorundaydı. İş bitiminde para alarak kaşe yapmayı kabul edecek bir esnaf bulsa bile eninde sonunda parayı vermek zorunda kalacaktı.

 

 İş yerine doğru giderken aklına tekrar kırtasiyeci esnaf düştü. Eğer her sipariş veren dönüp almazsa adam ne yapacaktı? Esnafın demesine göre 3 kişi sipariş vermiş adam işi yapmış olmasına rağmen dönüp almamıştı kaşe siparişi verenler ve sipariş verenler alsınlar diye hazırladığı kaşeleri çöpe atmak zorunda kaldığını söylemişti. Güvene dayalı, hoşgörülü iş yaparak toplumun genel geçer model olarak kabul ettiği ticareti devam ettirmenin maliyetini hep esnaf mı sırtlanacak diye düşünmeye başladı. Evet! Her şeyin bir maliyeti vardı. Sözün, yapmanın, yapmamanın, kandırmanın, aldatmanın, sözünde durmamanın, itimadın, itimatsızlığın… Her şeyin bir maliyeti vardı. Peki kim ödeyecekti bu maliyeti? Veysi’nin yaşadığı kaşe yaptırma meselesinde kırtasiyeci esnafı, kendisine sipariş verilip alınmayan 3 tane kaşenin maliyetini ödeyen taraftı. Ancak kaşeleri sipariş verip almayanların ürettiği maliyet esnafın zararıyla bütünüyle ödenmiş olmuyordu. Veysi de o maliyeti ödemişti. Veysi’den önce de mutlaka ödeyenler olmuştur ve sonra da ödeyenler olacaktır. Çünkü itimad ve hoşgörü temelli ticari anlayışı bir esnafın nezdinde de olsa yıkmanın maliyeti nesiller boyu ödenecek bir maliyettir.

 

Kendi kendine böyle düşünüp iş yerine doğru giderken arkadaşını aradı ve durumu ona da özetledi. Arkadaşı;

 

-          Kaşeyi o itimad etmeyen ve hoşgörülü davranmayan esnafa yaptırma, başka esnafa yaptır

 

Dedi. Veysi bugün bu kaşe temin süresinde yaşadığı iki tedbirsizliği düşünerek biraz itimad-ı nefsi tazelemek için;

 

-          Sence ben bu değerlendirmeyi yapmamış mıyımdır? Yaptım ama o bölgede kaşe yapan başkaca bir esnaf bulamadım

 

Dedi. Arkadaşı;

 

-          Estağfurullah! Mutlaka yapmışsındır. O zaman ödeyeceğimiz para onun nasibiymiş yapacak bir şey yok!

Dedi. Veysi hızlıca iş yerine geri döndü. Akıllı telefonunu şarja takarak orda bıraktı ve çantasını kaptığı gibi hızlıca kaşe yaptırabileceği bölgeye doğru yola koyuldu. Yol üstünde kaşenin bedeli olan ve arkadaşının hesabına yolladığı 200 TL’yi çekti ve yoluna devam etti. Yolda yürürken ben bu esnafın tecrübesine ve ödediği maliyete saygı duymalıyım dedi. Yaşadığı olumsuz tecrübeyi ona yaşatanların onun açısından yarattıkları maliyeti arttırmamaya karar verdi. Onu anlayışsızlıkla suçlamayı bıraktı. Meselenin kendisine itimadla ilgili olmadığını, yaşadıklarından dolayı esnafın aldığı bir prensip kararı olduğunu kabul etti.

 

Doğrudan kırtasiyeci esnafına yöneldi ve;

 

-          Selamünaleyküm!

 

Diyerek içeri girdi ve kasada oturan esnafa yöneldi. Arkadaşının gönderdiği ve kendisinin yol üstündeki bankadan çektiği parayı nazikçe esnafın önündeki masaya bırakarak;

 

-          Hakkını helal et seni de yorduk!

 

Dedi. Esnaf Veysi’de kendisini anlayan ve takdir eden bir tavır görünce;

 

-          Estağfurullah! Ama abi biliyorsun.

 

Dedi. Veysi de rahatlamıştı. Esnaf ta. İlk mükâlemedeki gerilimden eser yoktu. Esnaf hemen işi yapacak ustasını aradı. Elinde iş varsa senin kaşenin hazırlanması yarım saat sürebilir demişti. Ustası telefonu açınca;

 

-          Elinde iş var mı? Çok kıymetli bir müşterim kaşe istiyor ve çok acil!

 

Diye izahat yaptı. Görüşme bitince de abi sen üst katımızda oturabileceğin koltuklarımız var. 10 dakika kadar orada rahatça otur. 10 dakika sonra kaşen hazırlanmış olur dedi. Veysi rahatlamış ve uyumlu bir ses tonuyla tabi diyerek üst kata çıktı ve koltuklardan birine kuruldu. Gerçekten de esnafın dediği gibi bir 10 dakika bekledikten sonra aşağıdan bir ses;

 

-          Abi! Kaşen hazır!

 

Dedi. Veysi’de;

 

-          Hey Maşallah! Tam da 10 dakika sonra iş bitti.

 

Dedi. Aşağı indi ve kaşeyi bir kere deneyelim bakalım nasıl olmuş dedi ve esnafın kendisine uzattığı beyaz kâğıt parçasına kaşeyi bastı. Tam da arkadaşının istediği gibi olmuştu. Veysi kolaylıklar dileyerek iş yerine doğru dönerken hakkı yerli yerince teslim etmenin, meseleleri etraflıca değerlendirip öylece hareket etmenin sonucunda adilce davranmanın ürettiği uyumu ve bereketi görmüş ve parçası olmanın huzuruna varmıştı. Mecburiyetlerden dolayı değil de tercih ederek anlayışlı davranmak ve etraflıca düşünerek karar almak haksızlığı önleyip gerginlikleri başlamadan bitirebilirdi. Bu da huzurlu bir gündelik hayat sağlardı.

 

Dosta yardımcı olurken yaşadığı bu diyalog Veysi’nin bir şeyi daha fark etmesini sağlamıştı. Kişilerin sözlerini tutmaması, birbirlerini hakkıyla dinleyip anlamaması, ihmalkâr davranması, özensiz yaşamasının bir maliyet ürettiğini ve toplumda insanların ister ilgili olsun ister olmasın belki de farkında olmadan bu maliyetleri ödemeye devam ettiğini derinden anladı. Kişilerin neden olduğu maliyetlerin doğrudan sebep olan kişilere ödetileceği bir toplumsal düzenin nasıl kurulabileceği ile ilgili düşüncelere daldı. İş yerine varmıştı.     

8 Şubat 2023 Çarşamba

Aydan İstimdad

Ey ay! Yaklaş bak ağabeyin sarsılıyor

Gördüm ekşimişti yüzün

Nurunu merhamet kıl

Hilal ol bu gece

Azraille buluş

İsrafille konuş

Mikaile danış

Söyle Cebraile

Gülü bulsun bu gece

Söyle güneşe ısıtsın

Üşümüş minik eller

Can bulsun

Geceye söyle

Çocuklara ah! çocuklara

Merhamet etsin

Çağır alemin büyüklerini

Kurulsun meclis

Ademin çocuklarına ah! Ademin çocuklarına

Kıymasın kâinat

Karar çıksın! Merhamet kararı

Rahmet kararı!

Annelere ah! annelere Baksın bütün yüzler

Tesellisi olsun büyük kaybın, bakışlar

Sarsılmasın babaların yüklü omuzları

Ademin çocukları ah! Ademin çocukları

Bilsin! Nedir merhamet!?

Bak ağabeyin sarmak için yarayı

Sarsılıyor!

Ademin çocukları ah! Ademin çocukları

Balası kınalı annenin rengin kalbinden

Bihaber

Sarsılıyor! Ademin çocukları

Bilsin nedir ettiği dünyanın

Zerre miskal kötülük kaybolur mu?

Ya zerre miskal iyilik?

Azı çok olur Adem çocuklarının

Az veren candan verir

Bereketin yolu

Neye varır bilsin kıyıdakiler

Irmaklar yüklensin bereketi

Teselli olsun yükü bulutların

Hilal ol bu gece!

24 Eylül 2019 Salı

Servet'in Serveti


Veysi güneşin batmaya yüz tuttuğu bir Eylül akşamı serinliğinde siparişleri almış evine doğru giderken her zaman durup sigarasını sardığı yerde durdu. Malzemesini kırılabilecekler de olduğu için yavaşça ve yer seçerek yanına koydu. Tabakasını çıkararak, filtresini ve tütününü kâğıda yerleştirdi.
Bir yandan da tütünü düşündü.
-          Tütün insanlığın tarihinde epey zamandır vardı dedi kendi kendine.
Keyif için bu kadar yaygın olarak tüketilmesi, kendine has bağımlılıklar üretmesi, markalaşması ve tütün üzerinden devasa şirketlerin ve siyasetlerin oluşması çok zaman aldı lakin kabulü, kullanımı ve tüketimi nihayetinde yaygınlaştı işte. Kendisi de 11 yaşından itibaren 27 yıldır içiyordu. Yaşı 38 olmuştu. Yaşı aklına gelince Şehzade Mustafa geldi aklına. “Hak ismin okur dilimiz.” Dedi. Ve Şehit Enver! 4 Ağustos 1922’yi düşündü. Çeğan Tepesinde düşüp Ab-ı Derya köyüne gömülen Şehit Enver Paşayı düşündü. Ahh! Ahh! Şehitlerin şahı Hz. Hüseyin geldi aklına. Güç talebi, adalet ve isyan dedi kendi kendine! Yavan, yalan dünyanın cümbüşü! Cümbüşün zirvesinde Canfeda kahramanlar! Tarihi bakiyesinde yaptığı kısa gezintiden sonra tütüne döndü yine o sırada önünden birileri, araçlar geçiyor ancak hiçbir şeyi belirgin bir şekilde fark etmiyordu. Tütün ile hemhal, seyrandaydı. 
-          İşin kimyası, biyolojisi, psikolojisi, sosyolojisi mutlaka vardır ancak ona kim bakıyor ki dedi kendi kendine.
İnsanlar yaygın bir şekilde tüketiyor. Bu sonucu izah, analiz gerekebilir ancak bunu işin uzmanları yapsın. Veysi’ye göre Allah’ın yarattığı güzel bir nimetti. “Gönülde iman keyifte duman”dı durumlar Veysi için.
Vücudun; olağan, baskın ihtiyaçları dışında keyif meselesine atladı düşünüşü bir anda. Zamanın, mekânın sınırlayıcılığına insanın bulduğu çözümdü keyif. Mutmain olmanın yollarıydı keyifler. Evet, aşk en büyük keyifti. Ölümü şerbet yapan aşk! Seyranda olmanın, seyranda ölmenin, mutmain olmanın, insandaki deruni muvazenenin hayran bırakan huzuru!
Sigarasını sarmaya devam ederken “Tütünden ben de bir tane sarabilir miyim dayı?” diye bir ses duydu. Ses sol tarafından geliyordu. Soluna yöneldi ve müşfik bir sesle “tabi ki sarabilirsin” buyur gel! Zayıfça, kısa boylu ve yanık tenli delikanlı kendisine doğru gelirken “sen mi sararsın ben mi sarayım sana?” diye sordu. Delikanlı “ben sararım dayı!” dedi. “Peki” dedi Veysi. Sağ tarafındaki tabakayı işaret ederek “Al bakalım”.
Delikanlı kağıt, karton dolu ve büyükçe bir çuval geçirdiği taşıma arabasıyla önünden geçip sol tarafındaki köşe başında durmuştu. Belki trafiğe bakıp karşıya geçmek için durmuştu belki de kendisini sigara sarar görürken canı sigara çekmiş ve uygun bir yerde arabasını durdurduktan sonra seslenmişti Veysi’ye. Veysi düşün dünyasında seyahat ederken önünden geçişini fark etmemişti.
Delikanlı filtre ve tütünü kâğıda yerleştirip sarmaya başladı. Veysi o sırada bu delikanlının nasıl ve neyden cesaret alarak kendisine “Bir sigara da ben sarabilir miyim?” diye sorduğunu düşündü. Kimsenin oturmadığı, oturamayacağı bir yerde ilginç gelen bir şekilde, tütün sarar bir halde oturmanın, nadir gördüğü prezantabl bir adamın rahat bir şekilde kaldırıma yayılıp tütün sarma rahatlığı mı yoksa tütünün kendisi mi bu cesareti vermişti bu delikanlıya bir istekte bulunma cesaretini. Sigara sararken delikanlıyı izleyen Veysi bunları düşünüyordu. Evet, hazır sigara içiyor olsaydı delikanlı katılabileceği bir etkinlik olmayacağı için bu kadar cüretkâr davranmayabilirdi. Nihayetinde kendisi tütünü saracaktı. Bir eylemle istekte bulunduğu adamla ortaklaşacak bir zemini olacaktı delikanlının. Veysi tütün içmeye karar verdiği için ne kadar doğru bir şey yaptığını düşünerek kendisiyle gurur duydu.
-          Adın ne senin? Diye sordu Veysi
-          Servet! Dedi delikanlı
Veysi delikanlıyı süzdü. Sıska, kısa boylu ve yanık tenli idi. Servet! Sol tarafında durdurduğu ve karton, kâğıt dolu taşıma arabasına baktı. Servet’in servetine baktı. Annesi-Babası neyi düşünerek, ne umut ederek Servet adını koydular diye düşündü. Belki de etraflarında duydukları, akrabalarından birinin adını, bir ismi olsun saikiyle ezber davranışlarla yeni doğmuş çocuklarına vermişlerdi kim bilir diye düşündü.
-          Ankaralı mısın? Diye sordu Veysi
-          Yok dayı Gaziantepliyik.
-          Ailen burada mı?
-          Evet annem babam burada
-          Kardeşlerin?
-          Biz 2 anadan 12 kardeşiz dedi Servet
Maşallah! Dedi Veysi biraz da şaşkınlıkla. Ne adamlar vardı! 2 evlilik yapmış 12 çocuğu olmuş maşallah! Böyle adamlar hala var hamdolsun dedi kendi kendine. Şimdi ki kızlara gel de anlat bu durumu… 2 den fazla çocuğu bırakın düşünmeyi hayal bile edemiyorlar. Kaldı ki ikinci eşe tahammül edecek. Rızkı gerçekten Allah’tan bilecek teh teh. Yok, böyle bir kız, yok böyle bir kadın maalesef. 12 çocuk yapmışta kime ne imkân verebilmiş? Kartoncu olmuş işte Servet seslerini duyar gibi oluyorum. 1 çocuk 2 çocuk yapan ne yapmış? Eğitmiş ne olmuş? Sağlıklı ne olmuş? Bet bereket mi kaldı? Servetin soğan ekmek yiyerek aldığı lezzeti sofralarında kuş sütü dahi olanlar alabiliyor muydu? Şaşkınlık ve kafasında bu sorularla
-          Hepiniz burada mısınız? Diye sordu?
-          Yok, dayı dedi Servet, diğer annemden olanlar üvey annemle beraber Antep’teler, öz annemden olanlar da ben dâhil Ankara’dayız.
-          Kâğıt mı topluyorsun diye sordu Veysi muhabbeti derinleştirmek istediğini gösterircesine bildiği şeyi Servet’in konuşmasını istedi.
Kendisinin muhabbet edilebilecek bir insan olduğunu hissetmesini istiyordu Servet’in. Yadırganmadığını, olağan karşılandığını bilsin istiyordu Veysi.
-          Evet, dayı karton, kâğıt topluyorum dedi sadelikle.
-          Helalinden çalışıyorsun ekmeğini çıkarıyorsun maşallah! Dedi Veysi Hırsızlık yapmıyorsun alın terinle ekmeğini kazanıyorsun. Maşallah! Daha ne olsun?
-          Bizim kavga ile hırsızlıkla işimiz olmaz dayı dedi gururla. Hatta kavgayı ayırırız arada dayağı biz yeriz öyle yani. Geçenlerde 3-4 kişi kavga ediyordu. Ben kardeşlerimle onları ayırırken biri kardeşime vurdu. “ben dedim ki biz sizi ayırmaya çalışıyoruz sen kardeşime vuruyorsun. Neden? Dedim. Bana dedi ki görmeden oldu. Sonra geldi özür diledi.” Bizim kavga ile hırsızlıkla işimiz olmaz dayı diye tekrarladı.
Veysi, Servet’teki sadeliği, olağanlığı hayranlıkla izliyordu. 
-          Nerede oturuyorsun?
Belli belirsiz bir semt adı söyledi ancak Veysi söylediği semti tam olarak anlayamadı ve boş bulunup
-          Gecekonduda oturuyorsunuz değil mi? Dedi.
Servet yüreği eziliyormuş gibi bakışlarla
-          Evet, abi gecekonduda oturuyorum dedi.
Veysi boş bulunup ağzından çıkardığı yersiz sorunun ağırlığıyla;
-          Gecekondu hayatı en güzeli, alt komşu yok, üst komşu yok oradaki rahatlığı inan bu sitelerde bulamazsın dedi kendisinin de birinde oturduğu siteleri gösterdi.
-          Servet ev sahibimiz çok iyi dayı dedi.
-          Kirada mı oturuyorsunuz?
-          Evet
Hem gecekondu hem de kira. Ankara, başkent! Olacak elbette böyle şeyler. Muhtemelen gecekonduyu kiraya veren Veysi’nin kendisi gibi etraflarındaki sitelerden birinde oturuyordur. Aklından bu düşünceler geçerken;
-          Ne kadar ödüyorsunuz?
-          250 ödüyorum dayı
Bu iyiydi gerçekten 250 tl kira ödüyor olması iyiydi. Elbette oturduğu yere ev demeye bin şahit lazımdır ama olsundu. 250 de çok para değildi.
-          2 eve 250 tl ödüyorum.
-          Evlerden birini depo olarak mı kullanıyorsun diye sordu Veysi şaşkınlıkla
-          Yok, dayı 100 benim kiram 150 de babamın ki dedi Servet.
Veysi iyice şaşırmıştı.
-          Baban da mı gecekonduda kirada?
-          Evet, dayı dedi Servet. Babam yaşlandı hasta o çalışamaz artık benim çalışmam lazım dedi sadelikle.
-          Maşallah sana dedi Veysi.
Bir yandan da 2 evlilik ve 12 çocuk yapan kahramanının hasta olmasına üzüldü.
-          Ne kadar kazanıyorsun peki.
-          2 ton olursa 2.000 tl ye kadar kazanabiliyorum kâğıdın cinsine göre. 4.200 kg olursa kâğıdın kilogram başına verdikleri fiyat biraz düşebiliyor.
-          Kim alıyor topladığın kâğıtları depoya mı götürüyorsun?
-          Hayır, dayı belediye alıyor topladığım kâğıtları
Kamusal bir gücü temellük etmek isteyenlerin tavrıyla
-          Ben belediyeye çalıyorum. Kâğıtları ben topluyorum belediye gelip alıyor.
Veysi yeni bir şey duymanın hayretiyle belediyelerin geri dönüşümü bu yolla gerçekleştirmelerini övgüye değer buldu. Hem görevleri olan çöp toplama işini böylelikle bir şekilde toplatıyorlar. Hem geri dönüşümü güçlendiriyorlar hem de ekmek kapısı oluşturuyorlar bir taşla birkaç kuş birden iyi bir şeydi bu diye düşündü Veysi. Elbette çok daha mekanik modern yöntemlerle, çöpü oluştuğu esnada ayrıştırma yöntemleriyle de bu işler yapılıyor ancak duyduğu şey daha çok hoşuna gitti. Bir yandan da geri dönüşüm işinde çalışan Suriyeli misafirleri de düşünerek sevindi.
-          Suriyeliler de topluyor değil mi? Onlarla aran nasıl?
-          Suriyelileri dövecem dayı.
-          Aaa o niye?
-          Geçenlerde bana söz veren bir adam beni aradı. Karton var gel al diye. Ben arabayı el kuvvetimle yürüyerek götürüyorum. Adamın bana söz verdiği yere doğru giderken bir de baktım motorsikletle arkasında çöp bagajı bir Suriyeli vız deyip beni geçti. Ve adamın kartonları bıraktığı yere gitti. Adam sağ olsun beni aradı ve “çabuk gel bak bir Suriyeli kartonları alacak” dedi. Ben gittim dedim ki Suriyeliye bak bu kartonlar benim. Adam beni arayarak söz verdi. Sen gelip almaya çalışıyorsun dedim. Suriyeli ben önce geldim bunlar benim diyor. Bana söz veren adam da Suriyeli ile tartıştı. Sonra polis geldi.
Polis,
-          Ne oluyor gençler dedi.
Ben de dedim ki bu Suriyeliden şikâyetçiyim. Kâğıtlarımı almak istiyor dedim.
Polis,
-          Uzatmayın gençler olur böyle şeyler dedi ve gitti.
Bende Suriyeliye dedim ki
-          Bak benim kartonum çok olsaydı yarısını sana verirdim ama benim ki de az ekmeğimi sana vermem dedim. Adam da bana destek oldu ve ben kartonlarımı aldım. Suriyeli de gitti.
Keskin bir sesle;
-          Ekmeğimi kimseye vermem dayı dedi.
Veysi; Serveti, yerinden yurdundan edilen ve Türkiye’de geri dönüşüm işinden ekmek yiyen Suriyelileri düşündü. Servet’in anlattığı polisin Servet ile Suriyeli arasındaki tartışmada gösterdiği yatıştırıcı tavrı üzerinden milletimizin diğerkâmlığını düşündü. Bu millete takat ver yarabbi! Ya erhamurrahimin bu ümmete akıl, merhamet, kudret ve onu kullanabilecekleri fırsatlar ver diye dua etti. Mevla! senin sünnetine uygun yaşamaya çalışan, evlenen, çoğalan bu kullarına merhamet et! Âmin! dedi içinden dualarına. Sonra sigarasını tellendirmeye başlayan Servet’e dönerek kaç yaşındasın diye sordu.
-          22 dayı dedi Servet
-          Evli misin?
-          Evliyim ellerinden öper 2 yaşında bir kızım var
Veysi, Servet’in babasını da düşünerek 22 yaşındaki delikanlının 2 yaşında bir kızının olmasını yadırgamadı. Günün modası geç evlenmek. Hatta evlenmemek. Mümkünse hiç çocuk yapmamak en fazla da 1 çocuk yapmak. Bunları düşünerek;
-          Gelin seni sıkboğaz etmiyor değil mi?
-          Yok, dayı Allah ondan razı olsun bir dediğimi iki etmiyor dedi.
-          Maşaallah dedi Veysi!
-          Bereket öyle olur. Sorun çıkarırsa, sen sorun çıkarırsan evin bereketi kaçar dedi.
-          Yok, dayı çok şükür iyiyiz.
Sigarası biten Veysi,
-          Haydi, Servet Allah emeğini bereketlendirsin. Kızına hayırlı bir baht nasip etsin diyerek dua etti ve
-          Bana müsaade. Dedi.
-          Servet dayı Allah razı olsun. Sağ olasın dedi.
Veysi aklında Servet’in serveti, koca bir tarih ve evde kendisini dört gözle bekleyen çocukları, yere koyduğu siparişleri kaldırarak yola düştü.