8 Şubat 2023 Çarşamba

Aydan İstimdad

Ey ay! Yaklaş bak ağabeyin sarsılıyor

Gördüm ekşimişti yüzün

Nurunu merhamet kıl

Hilal ol bu gece

Azraille buluş

İsrafille konuş

Mikaile danış

Söyle Cebraile

Gülü bulsun bu gece

Söyle güneşe ısıtsın

Üşümüş minik eller

Can bulsun

Geceye söyle

Çocuklara ah! çocuklara

Merhamet etsin

Çağır alemin büyüklerini

Kurulsun meclis

Ademin çocuklarına ah! Ademin çocuklarına

Kıymasın kâinat

Karar çıksın! Merhamet kararı

Rahmet kararı!

Annelere ah! annelere Baksın bütün yüzler

Tesellisi olsun büyük kaybın, bakışlar

Sarsılmasın babaların yüklü omuzları

Ademin çocukları ah! Ademin çocukları

Bilsin! Nedir merhamet!?

Bak ağabeyin sarmak için yarayı

Sarsılıyor!

Ademin çocukları ah! Ademin çocukları

Balası kınalı annenin rengin kalbinden

Bihaber

Sarsılıyor! Ademin çocukları

Bilsin nedir ettiği dünyanın

Zerre miskal kötülük kaybolur mu?

Ya zerre miskal iyilik?

Azı çok olur Adem çocuklarının

Az veren candan verir

Bereketin yolu

Neye varır bilsin kıyıdakiler

Irmaklar yüklensin bereketi

Teselli olsun yükü bulutların

Hilal ol bu gece!

24 Eylül 2019 Salı

Servet'in Serveti


Veysi güneşin batmaya yüz tuttuğu bir Eylül akşamı serinliğinde siparişleri almış evine doğru giderken her zaman durup sigarasını sardığı yerde durdu. Malzemesini kırılabilecekler de olduğu için yavaşça ve yer seçerek yanına koydu. Tabakasını çıkararak, filtresini ve tütününü kâğıda yerleştirdi.
Bir yandan da tütünü düşündü.
-          Tütün insanlığın tarihinde epey zamandır vardı dedi kendi kendine.
Keyif için bu kadar yaygın olarak tüketilmesi, kendine has bağımlılıklar üretmesi, markalaşması ve tütün üzerinden devasa şirketlerin ve siyasetlerin oluşması çok zaman aldı lakin kabulü, kullanımı ve tüketimi nihayetinde yaygınlaştı işte. Kendisi de 11 yaşından itibaren 27 yıldır içiyordu. Yaşı 38 olmuştu. Yaşı aklına gelince Şehzade Mustafa geldi aklına. “Hak ismin okur dilimiz.” Dedi. Ve Şehit Enver! 4 Ağustos 1922’yi düşündü. Çeğan Tepesinde düşüp Ab-ı Derya köyüne gömülen Şehit Enver Paşayı düşündü. Ahh! Ahh! Şehitlerin şahı Hz. Hüseyin geldi aklına. Güç talebi, adalet ve isyan dedi kendi kendine! Yavan, yalan dünyanın cümbüşü! Cümbüşün zirvesinde Canfeda kahramanlar! Tarihi bakiyesinde yaptığı kısa gezintiden sonra tütüne döndü yine o sırada önünden birileri, araçlar geçiyor ancak hiçbir şeyi belirgin bir şekilde fark etmiyordu. Tütün ile hemhal, seyrandaydı. 
-          İşin kimyası, biyolojisi, psikolojisi, sosyolojisi mutlaka vardır ancak ona kim bakıyor ki dedi kendi kendine.
İnsanlar yaygın bir şekilde tüketiyor. Bu sonucu izah, analiz gerekebilir ancak bunu işin uzmanları yapsın. Veysi’ye göre Allah’ın yarattığı güzel bir nimetti. “Gönülde iman keyifte duman”dı durumlar Veysi için.
Vücudun; olağan, baskın ihtiyaçları dışında keyif meselesine atladı düşünüşü bir anda. Zamanın, mekânın sınırlayıcılığına insanın bulduğu çözümdü keyif. Mutmain olmanın yollarıydı keyifler. Evet, aşk en büyük keyifti. Ölümü şerbet yapan aşk! Seyranda olmanın, seyranda ölmenin, mutmain olmanın, insandaki deruni muvazenenin hayran bırakan huzuru!
Sigarasını sarmaya devam ederken “Tütünden ben de bir tane sarabilir miyim dayı?” diye bir ses duydu. Ses sol tarafından geliyordu. Soluna yöneldi ve müşfik bir sesle “tabi ki sarabilirsin” buyur gel! Zayıfça, kısa boylu ve yanık tenli delikanlı kendisine doğru gelirken “sen mi sararsın ben mi sarayım sana?” diye sordu. Delikanlı “ben sararım dayı!” dedi. “Peki” dedi Veysi. Sağ tarafındaki tabakayı işaret ederek “Al bakalım”.
Delikanlı kağıt, karton dolu ve büyükçe bir çuval geçirdiği taşıma arabasıyla önünden geçip sol tarafındaki köşe başında durmuştu. Belki trafiğe bakıp karşıya geçmek için durmuştu belki de kendisini sigara sarar görürken canı sigara çekmiş ve uygun bir yerde arabasını durdurduktan sonra seslenmişti Veysi’ye. Veysi düşün dünyasında seyahat ederken önünden geçişini fark etmemişti.
Delikanlı filtre ve tütünü kâğıda yerleştirip sarmaya başladı. Veysi o sırada bu delikanlının nasıl ve neyden cesaret alarak kendisine “Bir sigara da ben sarabilir miyim?” diye sorduğunu düşündü. Kimsenin oturmadığı, oturamayacağı bir yerde ilginç gelen bir şekilde, tütün sarar bir halde oturmanın, nadir gördüğü prezantabl bir adamın rahat bir şekilde kaldırıma yayılıp tütün sarma rahatlığı mı yoksa tütünün kendisi mi bu cesareti vermişti bu delikanlıya bir istekte bulunma cesaretini. Sigara sararken delikanlıyı izleyen Veysi bunları düşünüyordu. Evet, hazır sigara içiyor olsaydı delikanlı katılabileceği bir etkinlik olmayacağı için bu kadar cüretkâr davranmayabilirdi. Nihayetinde kendisi tütünü saracaktı. Bir eylemle istekte bulunduğu adamla ortaklaşacak bir zemini olacaktı delikanlının. Veysi tütün içmeye karar verdiği için ne kadar doğru bir şey yaptığını düşünerek kendisiyle gurur duydu.
-          Adın ne senin? Diye sordu Veysi
-          Servet! Dedi delikanlı
Veysi delikanlıyı süzdü. Sıska, kısa boylu ve yanık tenli idi. Servet! Sol tarafında durdurduğu ve karton, kâğıt dolu taşıma arabasına baktı. Servet’in servetine baktı. Annesi-Babası neyi düşünerek, ne umut ederek Servet adını koydular diye düşündü. Belki de etraflarında duydukları, akrabalarından birinin adını, bir ismi olsun saikiyle ezber davranışlarla yeni doğmuş çocuklarına vermişlerdi kim bilir diye düşündü.
-          Ankaralı mısın? Diye sordu Veysi
-          Yok dayı Gaziantepliyik.
-          Ailen burada mı?
-          Evet annem babam burada
-          Kardeşlerin?
-          Biz 2 anadan 12 kardeşiz dedi Servet
Maşallah! Dedi Veysi biraz da şaşkınlıkla. Ne adamlar vardı! 2 evlilik yapmış 12 çocuğu olmuş maşallah! Böyle adamlar hala var hamdolsun dedi kendi kendine. Şimdi ki kızlara gel de anlat bu durumu… 2 den fazla çocuğu bırakın düşünmeyi hayal bile edemiyorlar. Kaldı ki ikinci eşe tahammül edecek. Rızkı gerçekten Allah’tan bilecek teh teh. Yok, böyle bir kız, yok böyle bir kadın maalesef. 12 çocuk yapmışta kime ne imkân verebilmiş? Kartoncu olmuş işte Servet seslerini duyar gibi oluyorum. 1 çocuk 2 çocuk yapan ne yapmış? Eğitmiş ne olmuş? Sağlıklı ne olmuş? Bet bereket mi kaldı? Servetin soğan ekmek yiyerek aldığı lezzeti sofralarında kuş sütü dahi olanlar alabiliyor muydu? Şaşkınlık ve kafasında bu sorularla
-          Hepiniz burada mısınız? Diye sordu?
-          Yok, dayı dedi Servet, diğer annemden olanlar üvey annemle beraber Antep’teler, öz annemden olanlar da ben dâhil Ankara’dayız.
-          Kâğıt mı topluyorsun diye sordu Veysi muhabbeti derinleştirmek istediğini gösterircesine bildiği şeyi Servet’in konuşmasını istedi.
Kendisinin muhabbet edilebilecek bir insan olduğunu hissetmesini istiyordu Servet’in. Yadırganmadığını, olağan karşılandığını bilsin istiyordu Veysi.
-          Evet, dayı karton, kâğıt topluyorum dedi sadelikle.
-          Helalinden çalışıyorsun ekmeğini çıkarıyorsun maşallah! Dedi Veysi Hırsızlık yapmıyorsun alın terinle ekmeğini kazanıyorsun. Maşallah! Daha ne olsun?
-          Bizim kavga ile hırsızlıkla işimiz olmaz dayı dedi gururla. Hatta kavgayı ayırırız arada dayağı biz yeriz öyle yani. Geçenlerde 3-4 kişi kavga ediyordu. Ben kardeşlerimle onları ayırırken biri kardeşime vurdu. “ben dedim ki biz sizi ayırmaya çalışıyoruz sen kardeşime vuruyorsun. Neden? Dedim. Bana dedi ki görmeden oldu. Sonra geldi özür diledi.” Bizim kavga ile hırsızlıkla işimiz olmaz dayı diye tekrarladı.
Veysi, Servet’teki sadeliği, olağanlığı hayranlıkla izliyordu. 
-          Nerede oturuyorsun?
Belli belirsiz bir semt adı söyledi ancak Veysi söylediği semti tam olarak anlayamadı ve boş bulunup
-          Gecekonduda oturuyorsunuz değil mi? Dedi.
Servet yüreği eziliyormuş gibi bakışlarla
-          Evet, abi gecekonduda oturuyorum dedi.
Veysi boş bulunup ağzından çıkardığı yersiz sorunun ağırlığıyla;
-          Gecekondu hayatı en güzeli, alt komşu yok, üst komşu yok oradaki rahatlığı inan bu sitelerde bulamazsın dedi kendisinin de birinde oturduğu siteleri gösterdi.
-          Servet ev sahibimiz çok iyi dayı dedi.
-          Kirada mı oturuyorsunuz?
-          Evet
Hem gecekondu hem de kira. Ankara, başkent! Olacak elbette böyle şeyler. Muhtemelen gecekonduyu kiraya veren Veysi’nin kendisi gibi etraflarındaki sitelerden birinde oturuyordur. Aklından bu düşünceler geçerken;
-          Ne kadar ödüyorsunuz?
-          250 ödüyorum dayı
Bu iyiydi gerçekten 250 tl kira ödüyor olması iyiydi. Elbette oturduğu yere ev demeye bin şahit lazımdır ama olsundu. 250 de çok para değildi.
-          2 eve 250 tl ödüyorum.
-          Evlerden birini depo olarak mı kullanıyorsun diye sordu Veysi şaşkınlıkla
-          Yok, dayı 100 benim kiram 150 de babamın ki dedi Servet.
Veysi iyice şaşırmıştı.
-          Baban da mı gecekonduda kirada?
-          Evet, dayı dedi Servet. Babam yaşlandı hasta o çalışamaz artık benim çalışmam lazım dedi sadelikle.
-          Maşallah sana dedi Veysi.
Bir yandan da 2 evlilik ve 12 çocuk yapan kahramanının hasta olmasına üzüldü.
-          Ne kadar kazanıyorsun peki.
-          2 ton olursa 2.000 tl ye kadar kazanabiliyorum kâğıdın cinsine göre. 4.200 kg olursa kâğıdın kilogram başına verdikleri fiyat biraz düşebiliyor.
-          Kim alıyor topladığın kâğıtları depoya mı götürüyorsun?
-          Hayır, dayı belediye alıyor topladığım kâğıtları
Kamusal bir gücü temellük etmek isteyenlerin tavrıyla
-          Ben belediyeye çalıyorum. Kâğıtları ben topluyorum belediye gelip alıyor.
Veysi yeni bir şey duymanın hayretiyle belediyelerin geri dönüşümü bu yolla gerçekleştirmelerini övgüye değer buldu. Hem görevleri olan çöp toplama işini böylelikle bir şekilde toplatıyorlar. Hem geri dönüşümü güçlendiriyorlar hem de ekmek kapısı oluşturuyorlar bir taşla birkaç kuş birden iyi bir şeydi bu diye düşündü Veysi. Elbette çok daha mekanik modern yöntemlerle, çöpü oluştuğu esnada ayrıştırma yöntemleriyle de bu işler yapılıyor ancak duyduğu şey daha çok hoşuna gitti. Bir yandan da geri dönüşüm işinde çalışan Suriyeli misafirleri de düşünerek sevindi.
-          Suriyeliler de topluyor değil mi? Onlarla aran nasıl?
-          Suriyelileri dövecem dayı.
-          Aaa o niye?
-          Geçenlerde bana söz veren bir adam beni aradı. Karton var gel al diye. Ben arabayı el kuvvetimle yürüyerek götürüyorum. Adamın bana söz verdiği yere doğru giderken bir de baktım motorsikletle arkasında çöp bagajı bir Suriyeli vız deyip beni geçti. Ve adamın kartonları bıraktığı yere gitti. Adam sağ olsun beni aradı ve “çabuk gel bak bir Suriyeli kartonları alacak” dedi. Ben gittim dedim ki Suriyeliye bak bu kartonlar benim. Adam beni arayarak söz verdi. Sen gelip almaya çalışıyorsun dedim. Suriyeli ben önce geldim bunlar benim diyor. Bana söz veren adam da Suriyeli ile tartıştı. Sonra polis geldi.
Polis,
-          Ne oluyor gençler dedi.
Ben de dedim ki bu Suriyeliden şikâyetçiyim. Kâğıtlarımı almak istiyor dedim.
Polis,
-          Uzatmayın gençler olur böyle şeyler dedi ve gitti.
Bende Suriyeliye dedim ki
-          Bak benim kartonum çok olsaydı yarısını sana verirdim ama benim ki de az ekmeğimi sana vermem dedim. Adam da bana destek oldu ve ben kartonlarımı aldım. Suriyeli de gitti.
Keskin bir sesle;
-          Ekmeğimi kimseye vermem dayı dedi.
Veysi; Serveti, yerinden yurdundan edilen ve Türkiye’de geri dönüşüm işinden ekmek yiyen Suriyelileri düşündü. Servet’in anlattığı polisin Servet ile Suriyeli arasındaki tartışmada gösterdiği yatıştırıcı tavrı üzerinden milletimizin diğerkâmlığını düşündü. Bu millete takat ver yarabbi! Ya erhamurrahimin bu ümmete akıl, merhamet, kudret ve onu kullanabilecekleri fırsatlar ver diye dua etti. Mevla! senin sünnetine uygun yaşamaya çalışan, evlenen, çoğalan bu kullarına merhamet et! Âmin! dedi içinden dualarına. Sonra sigarasını tellendirmeye başlayan Servet’e dönerek kaç yaşındasın diye sordu.
-          22 dayı dedi Servet
-          Evli misin?
-          Evliyim ellerinden öper 2 yaşında bir kızım var
Veysi, Servet’in babasını da düşünerek 22 yaşındaki delikanlının 2 yaşında bir kızının olmasını yadırgamadı. Günün modası geç evlenmek. Hatta evlenmemek. Mümkünse hiç çocuk yapmamak en fazla da 1 çocuk yapmak. Bunları düşünerek;
-          Gelin seni sıkboğaz etmiyor değil mi?
-          Yok, dayı Allah ondan razı olsun bir dediğimi iki etmiyor dedi.
-          Maşaallah dedi Veysi!
-          Bereket öyle olur. Sorun çıkarırsa, sen sorun çıkarırsan evin bereketi kaçar dedi.
-          Yok, dayı çok şükür iyiyiz.
Sigarası biten Veysi,
-          Haydi, Servet Allah emeğini bereketlendirsin. Kızına hayırlı bir baht nasip etsin diyerek dua etti ve
-          Bana müsaade. Dedi.
-          Servet dayı Allah razı olsun. Sağ olasın dedi.
Veysi aklında Servet’in serveti, koca bir tarih ve evde kendisini dört gözle bekleyen çocukları, yere koyduğu siparişleri kaldırarak yola düştü.
   



5 Temmuz 2019 Cuma

Minibüsçüler Çekişmesi


Veysi yol kenarında minibüse binmek için yol kenarında bekliyor bir yandan da yol kenarını kolluyordu. Kendisinden önce kaç kişi bekliyordu acaba. Boş koltuk bulmama durumu olmazdı ama yine de şoförün yanındaki en ön koltuğa oturmak istiyordu. Minibüslerin merkeze gitmek için kalktıkları ilk kalkış noktasına yakın olduğu için boş koltuk her zaman buluyordu. Nihayet üzerinde Ulus-Bentderesi yazan minibüs göründü adeti olduğu üzere ağır ağır ilerleyerek geliyordu. Çünkü minibüsçü için ağır yol almak kendisine her an el edecek bir müşterinin yola çıkması demekti. Kendisinden önce aynı noktadan muhtemelen beraber olan iki kişiyi aldı. Veysi rahattı beraber olan iki kişi kolay kolay ayrı ayrı koltuklara oturmazdı. Ne ki oturmak istediği ön koltuk boş olsun. Minibüs kendisine yaklaştıkça muradına ereceğini görerek sevindi.  El etti ve minibüs durdu.
-          - Selamunaleykum dedi ve şoförün yanındaki ön koltuğa oturdu.
-         -  Aleykumselam dedi şöfor.
Bir süre adeti olduğu üzere ağır ağır yol almaya devam etti. El eden müşterilerini aldı. Her şey Veysi’nin alıştığı minvalde ilerliyordu. Minibüsteki boş koltuklar dolmaya başlamıştı. Şoför artık ayağını gazdan çekmiyor daha hızlı yol alıyordu. Bir iki kişi yol kenarından el etti ama almadı. Veysi biraz şaşırmıştı. Ama herhalde daha ilerde bekleyen yolcuları almak için bir iki müşteri gözden çıkardı yine arkada ki bir minibüs ile kapışıyordu herhalde.
Yine adet olduğu üzere şoför kendisi gibi merkeze gitmek üzere yolda olan bir başka şöfor arkadaşını aradı ve önde ki minibüs ile ilgili birkaç şey söyledi. Ayağını gazdan çek biraz gibi şeyler söyledi. Veysi de haklı çıktığını düşündü. Yolcu almamış olması klasik minibüsçü kapışması yüzündendi. Ama o da ne dört kişilik bir grup el etti ama onları da almadı. Bu kadarı garipti ve minibüsçü kapışması ile açıklanamazdı. Dayanamadı ve sordu:
-              Şoför bey hayırdır yolcu el etti almadın. Daha önce de iki kişiyi daha da almadın. Böyle yapmazdınız siz minibüsçüler ama dedi var mıdır bir nedeni?
-              Abi hiç sorma başımızda bir polis kontrolü belası var. Her gün saat 10’a kadar kontrol var.
-              Allah Allah dedi Veysi tam da işe gidişlerin yoğun olduğu saat. Neyi kontrol ediyorlar peki?
-              Yolcu sayısını
Veysi milleti canından bezdirmek isteyenlerin yapabileceği bu kontrol uygulamasını düşündü. Yaşlının, hastanın yer bulup oturması için iyiydi ama yaşlı hasta dışarda beklerken de yoruluyordu. İçerde bari birinin yer vermesi durumu olurdu ve gitmek istediği yere daha erken giderdi diye düşündü. Ayrıca kalabalıkta bayan erkek ayakta sıkış tıkış gitmek te iyi değildi elbette. Ama insanlar işlerine gecikmemeyi daha çok tercih ederlerdi. Nitekim tıklım tıklım dolu minibüslere binmek için çırpınan bayan erkek gençleri gördüğü çok olmuştu. Saat sabah 10:00’a kadar yolcu sayısı kontrolü yapmak ve ayakta 3 yolcudan fazla yolcu taşıyan şoföre ceza kesmek aslında millete ceza kesmekti.
-         
- -  - Neden böyle bir uygulama başlatmışlar? Ben epeydir bu hattaki minibüsleri kullanıyorum böyle bir duruma daha önce hiç karşılaşmamıştım.
-      - Abi polislere yukarıdan emir gitmiş hiç af yok gördüğünüze yazın demişler. Para bitmiş herhalde millete dadandılar.
-          - Kim?
-          - Hükümet
-        -   Olur mu öyle şey canım trafik cezalarıyla toplanacak paradan ne olur?
-          - Öyle deme abi yanlış yerden yolcu aldın yanlış yerde yolcu indirdin diyerek 600 tl ceza kesmişler bir arkadaşa
Töbe töbe diye düşündü Veysi 3 tl alınan bir müşterinin yanlış yerde indirilmesi veya yanlış yerden alınmasından dolayı 600 tl ceza. Olur şey değil.
-        -  Peki minibüsçüler için yolcu alma veya indirme yerleri belli mi?
-         - Yok abi nerdeee! Sen el ettin aldım işte. Nerde el etsen orda alırdım. Minibüsçüler için sabit bir indirme bindirme yeri yok.
-          - Allah Allah dedi Veysi aklı karışmış olarak.
-          - Yolcu işi nedir niye böyle bir uygulama başlattılar peki
-          - Abi milleti Belediye ve özel halk otobüslerine yöneltmeye çalışıyorlar, dedi şoför.
-          - Ama böyle yaparak milleti cezalandırıyorlar dedi Veysi. Belediye otobüsleri de özel halk otobüsleri de tıklım tıklım. Onlara niye ceza kesmiyorlar.
-          - Onlara kesmezler, kesemezler abi.
-        -   Peki yok mu sizin bir minibüsçüler birliği gibi bir birliğiniz bu duruma itiraz edecek? Siz millete hizmet ediyorsunuz ve el eden yolcuyu almamak millete eziyettir.
-          - Yok abi biz belediye ile yıllık sözleşme imzalarız dedi şoför ağzımızı açsak ya sözleşmeyi iptal ederler ya da gelecek yıl için sözleşmeyi yenilemezler.
-          - Allah Allah peki nasıl millet mağdur edilmeden taşınacak gitmek istediği yere? Metro tramvay yapsınlar o zaman! Dedi Veysi
      Şöfor kaygılı aynadan arabanın içini kontrol etmeye başladı. Kontrolün yapıldığı noktaya yaklaşmıştı. Yol üzerindeki kavşağın biraz ön tarafında polis kontrol noktası kurmuş ve bazı araçları da durdurmuştu.
-Abiler ablalar boş yerlere oturalım. Ayakta beklemeyelim. Beklemek zorunda kalanlar da biraz çömelemez mi?
Rezilliğe bak dedi Veysi kendi kendine. Milleti gitmek istediği yere taşıyan toplu taşıma olarak Belediye ve özel halk otobüsleri ile minibüsler vardı. Belediye ve özel halk otobüsleri tıklım tıklımdı ama emniyet minibüsçüleri kontrol ediyordu yolcu sayısını aşmamaları için. Bunları düşünürken kontrol noktasından bir polis içinde bulunduğu minibüsün önüne çıktı ve sağa çekmesini işaret etti. Vesyi de inşallah gariban şoförü mağdur etmezler düşüncesiyle minibüste ayakta olan kaç yolcu var görmek için şöyle geriye baktı. Ayakta 5 yolcu vardı. 3 liradan bu beş yolcu 15 lira ödemişti şoföre. Şoför minibüsü sağa çekti. Kontrol noktasında arabalar bekliyor trafik akışı yavaşlamıştı. Şoför, arabanın içini kontrol eden polise doğru yürüdü evrakları elinde. Dışarda polisle biraz konuştular, evraklarını gösterdi. Bir süre sonra yüzü düşmüş bir şekilde geldi. Minibüsteki insanlar da Veysi dahil olmak üzere huysuzlanmıştı. İşe gecikiyordu millet.
Şoför içeri girdi ve
-          - Yazdılar dedi.
Veysi;
-          - Ne kadar
-         -  120 tl
-          5 yolcu ayaktaymış ve yazması gerekiyormuş memurun. 120 tl.
Veysi,
-         -  Abi polisle olacak iş değil sizin bir birliğinizin olması ve bu durumu yukarıya karar vericilere iletmesi lazım. Yoksa böyle cezalar yer durursunuz.
-         -  Abi bir değil iki değil bu hattaki hatta başka hatlardaki minibüs şoförlerini canından bezdirdiler. Şoför millet el ettikçe alıyor ama böyle bir kontrol noktasında denk geldiğinde basıyorlar cezayı.
Veysi,
-          - Allah yardımcınız olsun kardaş dedi.
Şöfor biraz da öfkeyle;
-         -  Vatandaş ta sesini çıkarmıyor ki dedi.
-          - Haklısın kardaş dedi Veysi
Millet işine gücüne koşturuyor. Herkes ekmek derdine düşmüş. Polisle kim uğraşmak ister ki bindiği minibüs şoförünü savunmak için diye düşündü. Lakin bu mevzuların da usulünce çözülmesi gerekmez miydi? Hala gerekmez mi dedi kendi kendine.
-         -  Kardaş beni ilerde indir ama ceza yazacaklarsa yazmayacakları bir yerde indir dedi Veysi
-          - Yazarlarsa da yazsınlar ben seni indireyim abi dedi şoför.
Veysi kurulduğu ön koltuktan kalktı ve şoföre bakarak;
-          -Allah yardımcınız olsun, günün bereketli olsun diyecem ama bırakmazlar ki dedi ve kapıya yöneldi.
Şoför;
-          - Abi Allah razı olsun sen yine de duanı et dedi! Duadan gayrı bir şey kalmayacak elimizde bu gidişle.
Veysi aklında şoförün “duadan başka elimizde başka bir şey kalmayacak bu gidişle” sözünü düşündü bir an ve ürperdi!
-          - Yarabbi aramızda ki beyinsizler yüzünden bizi helak etme yarabbi diye dua etti.
Çalışacağı mekâna doğru düşünceli bir şekilde yürümeye başladı. 
  


1 Temmuz 2019 Pazartesi

İşssizlik Sarmalı

 Büyükçe bir marketin tuvaletinde karşılaşmışlardı. Müşteri olarak personelin kullandığı ve asma katta bulunan tuvalete ihtiyaç gidermek için çıktığında bay yazan levhanın bulunduğu mekâna girdi. Özenle temizlenmeyen, güzel kokularla kokulandırılmayan ve tuvalet kabinlerinin bulunduğu mekanlara has bir koku vardı içerde. İki adet tuvalet kabini vardı. Birinin kapısı açık içerisi karanlık ve diğerinin kapısı aralık ışığı da yanıyordu. İçerisi karanlık, kapısı aralık olan kabine yöneldi sensörün kendisini algılayacağını ve ışığın yanacağından emin olarak. Ancak olmamıştı. Işık yanmamıştı. Biraz etrafına biraz lambanın bulunduğu tavana bakınarak kendisini sensöre algılatmaya çalıştı kabinin içerisinde. Ancak tavandaki sensör düzeneğinde lambanın olmadığını fark edip kabinden dışarı çıktı.


Kapısı aralık ve ışığı yanan kabine yöneldi. Kapıyı içeri girmek için eliyle itti ancak o da ne! İçerden bir el güçlü bir şekilde kapıyı kapattı. İçerde tuvalet ihtiyacını gideren biri vardı. Kapının kapanmadığını, aralık kaldığını bilen ve her an birinin bu kapıyı itebileceği bilinciyle ihtiyaç gideriyordu belli ki. Müşteri çaresiz iki tuvalet kabinin ve bir el yıkama lavabosunun bulunduğu mekândan dışarı doğru yürüdü. Dışarının havası içeriye göre biraz daha iyiydi. Bekledi kapıda. Aslında çok da sıkışmamıştı ama yol gidecekti ve tedbir iyiydi. Biraz bekledi.  Kabinden kendisinden yaşça az biraz gençten bir delikanlı çıktı ve kapı kapanmıyor dedi.

-Kapı kapanmıyor ışık yanmıyor dökülüyor resmen dedi.  Müşteri

Gençten delikanlı

-Aynen abi Allah’tan su akıyor dedi gülerek.

Müşteri delikanlının üzerindeki üniformaya bakarak market çalışanı zannetti ve napsın garibim çalıştığı mekanla ilgili yöneticilere şikayetlenmek herhalde kolay bir şey değildir diye düşündü. Ama bir yandan da
-      -  Neden böyle oluyor?
-       - İmkânların kalitesizliğine neden itiraz edemiyoruz?
-       - Tahammülü yüksek bir millet olmamızdan mı?
-        - Ekmeğimizden korkmamızdan mı? Sorularıyla tuvalet kabininin içerisine girdi.

İçeri girdiğinde kapıyla bir de ben uğraşayım diye düşündü. Biraz zorlayınca kapı kapandı. Kullandıkça çağşayan, şirazesi kayan pimapen kapılardandı. Kim bilir belki ekonomik ömrü dolmuştur kul yapısı ne de olsa! Demek ki delikanlı burayı çok kullanmıyor ki kapının zorlayınca kapabileceğini anlamamış dedi kendi kendine.

İhtiyacını giderdikten sonra rahatlamış bir şekilde lavabonun üzerine konulan sıvı sabunla ellerini yıkadı. Başka milletler, bizim millet kadar tuvalet sonrası el yıkama alışkanlığına sahip değildir ha! Bizim nerdeyse bütün tuvaletlerimizde sıvı veya katı mutlaka sabun bulunur ancak bunu dünyanın diğer bütün milletleri için söyleyemeyiz. Kendi yurt dışı tecrübelerini düşünerek gururlandı. İnce, detay temizlik konusunda dünyanın en temiz milleti olmayabiliriz ancak temel temizlik konusunda dünyanın en temiz milletiyiz diye düşündü.

Rahatlamış ve temel temizliğini yapmış bir şekilde market arabasını bırakarak kimliğini aldığı devasa marketten dışarı çıktı. Çıkışın hemen yanına hem müşterilerin dinlenip sigara içmeleri hem de çalışanların sigara molalarında kullanabilecekleri iki banktan birine oturdu. Diğer bankta da tuvalette karşılaştığı delikanlı sigara içiyordu. Sigara molasında herhalde diye düşündü müşteri.

Tabakasını çıkardı ve cigarasını sarmaya başladı. O arada da bu bank işini düşünüyordu. Dünyanın oturmayı en çok seven milletiyizdir herhalde. Dünya oturma banklarının bu kadar çok olduğu başka bir memleket ve oturmayı bu kadar çok seven başka bir millet var mıydı acaba? Öyle at üstünde göçebe millet lafları boş laflar gibi geldi. Kardaşım fırsatımız olmuş ta biz mi oturmamışız. Bıraksalar taoist, budist rahiplerinden daha fazla otururuz üstelik günlük yaşamımızda. Onlar oturmayı ibadetin parçası yapmışlar da oturuyorlar diye düşündü.

Yavaş yavaş ilgisi delikanlıya dönmüştü ki delikanlı da kendisinin sardığı tütünle ilgiliydi ancak ilk hamle müşteriden geldi.

-          Marketiniz kaçta açılıyor kardaş? dedi memleket ağzıyla
      Delikanlı güleç yüzüyle


-          Abi ben marketin personeli değilim ama sabah saat 9 da açılıyor herhalde.
-           
       Ya öyle mi! dedi müşteri
-          Üzerindeki formaya bakınca seni marketin çalışanı sanmıştım.

Delikanlı,
-       
      Yok abi biz markete tırlarla gelen malları raflarına diziyoruz, fiyatlarını yapıştırıp başka bir markete geçiyoruz dedi.

Müşteri şaşırmıştı. Kendisi de delikanlılık çağlarında çalıştığı için marketlerde mal sayımı yapan firmaları biliyordu ancak böylesini ilk defa duyuyordu. Gıda zincirindeki yeni bir çalışan grubunu öğreniyordu. Tırlarla gelen mallar marketin kendi çalışanları tarafından değil dışardaki bir hizmet firmasının çalışanları tarafından indirilip raflara yerleştiriliyordu ve fiyat etiketleri bunlar tarafından düzenlenip yerleştiriliyordu. Bir yandan bu iyi de bir şeydi düşünsenize bu işi de bin bir çeşit müşteri ile uğraşan market çalışanlarının yaptığını. Büyük zahmet!

-          Bu bölgede ki bütün marketlerin raflara mal dizme ve fiyat etiketlemelerini biz yapıyoruz dedi delikanlı.

Biraz durakladıktan sonra kalbi temiz, çalışkan insanlara has bir hasbilikle

sen ne iş yapıyorsun abi diye sordu.

Müşteri, delikanlının bu hasbiliğinden keyif duyarak;
-          
       Memurum ben dedi.

-          Çok iyi abi dedi. Şehirdeysen memur olacan dedi.

 Müşteri muhabbet edebileceği saf, temiz ve çalışkan bir delikanlı bulduğunu düşünerek
-          
         Niye ki diye sordu.
-         
      Abi ben sırtımda bu tişört güneş, yağmur, kar, çamur demeden çoğu zaman yürüyerek marketler arasında dolanıp duruyorum. Aldığım para 2.000 tl dedi. Geçim dünyası mecbur çalışıyoruz, dedi.

Önlerinde oturdukları market dahil, delikanlının bizzat kendisinin astığı fiyat etiketlerini de düşünerek sessizce 2.000 tl ha! dedi müşteri kendi kendine. Gıda fiyatları hala düşmüyordu. Yazdı ama fiyatlar düşmüyordu.

-          Fiyatlar biraz düştü değil mi ama diye sordu

-          Nerde abi dedi yaz aylarındayız bu fiyatlara düşmüş denir mi? Kendin biliyorsun alıyorsundur dedi.
-         
          Niye düşmüyor peki dedi müşteri bilmez ve anlamak ister bir edayla

Çünkü bu konular açıldığında çok fazla “Abi Amarkayla kavga etmeyecen, doları böyle yükseltir”  “Suriyelileri doldurdu memlekete böyle oldu” gibi kapsamlı ekonomi analizlerini çok duymuştu.

Merakla ne diyecek diye bekledi.

-          Fiyatlar düşmez abi çünkü köylerde kimse kalmadı. Şehirde sanki bir şey var herkes şehirlere doluştu. Tüketen arttı üreten azaldı. Nasıl azalsın fiyatlar?

Bu sözler müşteriyi, delikanlı ile ilgili düşüncelerini pekiştirdi. Doğru söylüyordu. Türkiye’nin köy nüfusu %7’ye kadar düşmüştü. Peki, endüstriyel tarım ne âlemdeydi tarım ülkesi, kendi kendine yeten yedi (diğer 6 ülkeyi hiç öğrenemedik bir türlü) ülkeden biri canım ülkemde? Endüstriyel tarım köy nüfusunun azalış oranıyla aynı oranda yükselseydi çözüm olmaz mıydı? Endüstriyel tarım nasıl yükselecekti? Hooopp yükseliyorum demekle olacak iş miydi?

Ülke gıda pazarının sağlıksızlığa, kalitesiz gıdaya, istismarcılara açık hale getirildiği saklanamaz bir hakikat haline geldi maalesef. Günümüz hastalıklarının insanları perişan etmesinden açık değil miydi durumumuz!

Delikanlı;

-          Abi köyde küçücük bir yerim olsa burada durmam. 100 tavuk ama sadece 100 tavuk yetiştirsem yumurtalarıyla geçirim buradaki rezilliğe de katlanmam. Yeri olanlar da şehirlere koşup geliyorlar ne varsa ben bir şey anlamadım 15 yıldır şehirde çalışıyorum.

Müşterinin kendisi de köylü çocuğuydu. Köyde artık kimseye küçücük bir alan bile kalmıyordu. 1970’te 35 milyon olan Türkiye nüfusu 100 milyona doğru gidiyor. Tarlalar mirasla küçülüyor ve insanlar mecburen yerlerini ve yurtlarını terk ediyorlar. Ama delikanlının dediği de doğru diye düşündü. Üreten azaldı tüketen arttı. Azalan üreticinin yerini de endüstriyel tarımla dolduramadık maalesef. Bu düşüncelerle delikanlıyı biraz daha fazla konuşturmak istedi:

-          Maaş tatlı geliyor demek ki dedi.

Delikanlı;

-          Ne maaşı abi aç bi ilaç geziyorlar şehirde. Her işi de yapmıyorlar. Geçen iş yaptığımız bir marketten bir adam bir şişe rakı çalmış, yakalanmış, market müdürü niye çaldın diyor? O da ben rakı içmem abi diyor. Ee niye çaldın? Götürüp satacam karnımı doyuracam diyor. İş ver çalışayım karnımı doyurayım abi diyor. Polise teslim edeceğiz seni diyorlar tabi! Olur diyor eskiden polis dedin mi ayakları titrerdi şimdi bari karakola gideyim bir tas çorba içeyim diyor. Polis te napsın salıyor.

Müşteri düşünceli;

-          Doğru diyorsun senin yaptığın işi yapmayacak milyon işsiz vardır.

-          Aynen öyle abi dedi heyecanla ve bir büyüğünü ikna etmiş olmanın özgüveniyle.

Devam etti;
-          
       Asıl sorun yılsonunda ortaya çıkar dedi.

Müşteri merakla
-          
        Aa o niye? Diye sordu.
-          
          Abi şimdi bu marketler bir sürü adam çıkardı işten. Niye? Küçülmeye gittiler. Depoları küçülttüler. Satışları düştü. Market te haklı ben kazanacam ki sana verebileyim diyor abi. Ben kazanamıyorum ki deyip işten çıkarıyor. Bunların çok azı başka bir iş bulabildi. Şimdilik işsizlik maaşıyla geçiniyorlar onun da süresi var. O süre bitince ve iş bulamayınca ne olacak?

Doğru söylüyordu. Köydekini köyde tutacak bir sistem kuramadık millet şehirlere doldu. Azalan tarım üreticisinin yerine endüstriyel tarımı ikame edemedik. Gençlerimiz iş bulamıyor bulsa iş beğenmiyor. Kim bilir ülkedeki işveren işletmelerin, çalışanların durumu nasıldı? Diğerkâmlık, kanaatkârlık, sabır, tahammül duyguları zayıflamıştı millette. Off ya! Bu memleketi yönetmek kim bilir ne zordur diye düşündü.

-          Millet hükümeti suçluyor dedi.

 Delikanlı hemen atladı

-          Ne hükümeti abi millet her şeyi istiyor, havada bulam havada yiyem diyor, ayağım toza toprağa değmesin diyor. Böyle olur mu?

Evet ya böyle olur mu? Böyle olduğunda ahlak, vicdan, emeğe ve gerçeğe saygı kalır mı? Böyle olduğunda bizi insan edecek olan “başkası” kalır mıydı hayatımızda? Kalsa o bize ne verebilir biz ona ne verebiliriz?

Sigaraları bitmişti. Müşteri, kardaş kafanı daha fazla şişirmeyeyim sen de işine bakarsın bana müsaade deyip minibüse binmek için yolun karşısına geçti. 
(küçük hikâyeler devam edecek)

  

12 Nisan 2019 Cuma

Denir mi?


Vaki midir takdirin varmadığı menzile
Tarik çoktur refik yoktur denir mi?

Yolun edepsiz vardığı görülmüş müdür
Nefs dizginin çözen yâre haktır denir mi?

Refik yar olmuşsa tarik vuslattır
Maşuk yoldur, yol refiktir denir mi?

Mizanına vurulmadık kalır mı sandın
Nadan benim dana sensin denir mi?

Gönül kırığı nadana pinhan
Münezzehe gönül kırdın denir mi?

Baba Gidince



Ne umulur doğacak günden
Nefes olacak yarenin yoksa

Toprağın tadı kaçar
Ermesi gereken erenin yoksa

Söz gönlü darlar akla hücumda
Ruhun okşayacak tesellin yoksa

Ata aranır her daim lakin
Onsuz zindan olur kardeşin yoksa

Zeval geldi güneşime atam göçtü evine
Ne yaren kaldı, ne eren derdime

Dert oldu varım, sır oldu derdim
Ne teselli kaldı, ne kardeş kaldı

12 Ocak 2013 Cumartesi

Biz İnsanlar

Biz insanlar korkunç varlıklarız
Zamanı anlık savrulmalara mahkûm eden biz
Yılları acelelerimize kurban ederiz
Biz insanlar korkunç varlıklarız

Biz insanlar korkunç varlıklarız
Sert kayaları un ufak eden tabiat
Yıkılır körpe ellerimizde
Feryat etmeden

Biz insanlar korkunç varlıklarız
Aşina yüzlerdir çiziktirdiklerimiz
En masum omuzlara yüklenirken adalet
Aldırmadan sitemkâr gözlere, geçer gideriz

Biz insanlar korkunç varlıklarız
Ardımıza bakmadan dalmışken öfkemize
Tutkulara meze ettiğimiz masumiyet
Gözyaşlarına aldırmadan

Biz insanlar korkunç varlıklarız
Bilmezmiş gibi, yaşamayı
Normalmiş gibi yaşanan her şey
Umarsızca meşke dalar gideriz

Biz insanlar korkunç varlıklarız
Yararak, yarılarak varlık bulan her şeyin
Sahibinin umudu
Eldeki tek imkân biz insanlarız

26 Mart 2012 Pazartesi

Gölgeler Ne Kadar da Gerçeksiniz!


Bulantıya neden olur varlığınız
Gölgeler, ne kadar da gerçeksiniz!
Hüzünlü bir gülümseme de
Küçümseyici bir yüz ifadesinde
Kaçamak bir bakışta
Bulantıya neden oluyor varlığınız
Gölgeler, ne kadar da gerçeksiniz!
Bir onur kızgınlığında
Hırçınca bir şımarıklıkta
Duyarsız bir davranışta
Bulantıya neden oluyor varlığınız
Gölgeler, ne kadar da gerçeksiniz!
Gıpta dolu gözlerde
Bir kıskançlık krizinde
Hakir gören tavırda
Bulantıya neden oluyor varlığınız
Gölgeler, ne kadar da gerçeksiniz!
Banka faizinde, asgari ücrette
Servet ve zenginlikte
Yoksulluk ve yoksunlukta
Bulantıya neden oluyor varlığınız
Gölgeler, ne kadar da gerçeksiniz!

22 Şubat 2012 Çarşamba

Emniyet Güvenlikte


Elinde sigara
Volta atıyor
Sırtında özel güvenlik yazısı
Bu kızlar çok güzel
Dantel örebilirler.

Kim bilir kaçı kaçla topluyor
Kaçtan çıkarıyor
Sorsan ekmek davası be abi!
Belki omuzlarında Adem’in
Sülbünü taşıyor.

Medeniyet


Toprağın bütün ateşini topladım
Dökülen teri, akıtılan emeği
Sokullu Mehmet Paşa’yı
Barbaros Hayrettin’i, Doria’yı
Kâğıda akıtılan Langlois Köprüsü’nü
Yakacaktım medeniyet denilen hanenin
Bütün sütunlarını
Heyhat!
Arzın çatırtılarıyla uyandım.

21 Şubat 2012 Salı

Bankamatik


Veysi işyerinden çıkarak danışmanıyla buluşacağı üniversiteye doğru yürüdü. Kafasında hocasıyla yapacağı görüşmenin içeriğini evirip çeviriyordu. Sonra birden cebinde hiç para olmadığını fark etti. İstanbul gibi bir şehirde cebinde parası yoktu. Hemen bankaya yöneldi. Cepteki para güvendi. Onsuz bu koca şehirde dolaşmak çok ciddi cesaret isteyen bir işti. Kendisinden bir milyon isteyen birine yok derse “bir milyonun bile yoksa neden yaşıyorsun” denilip bıçaklanabilir, jiletlenebilirdi. Şekeri düşse bir yerlere yığılıp kalabilirdi. Bankaya doğru yaklaşırken bu düşünceler hızla beyninin kıvrımlarında uçuşuyordu. Bankanın önüne geldiğinde iki bankamatikten birinin bir problemi olduğunu ve sadece diğerinden para çekilebildiğini gördü. Riske girip kuyruğun az olduğu ve henüz para çekilmeyen bankamatiğin önünde sıraya girmeyi ve sorunun çözümünü beklemeyi bir an için düşündü ama hemen vazgeçip çoğunluğun önünde kuyruk oluşturduğu aktif bankamatiğin önünde sıraya durdu.

Aktif bankamatiğin önünde oluşan kuyruk caddeyi doksan derecelik açıyla kesmiş yoldaki normal akışı sekteye uğratmıştı. Veysi bankamatiğe doksan derecelik açıyla uzanan kuyruğa baktı ve yoldan geçişlerin gerçekten zorlaştığını gördü. Kuyrukta sondan ikinci sıradaydı. Kendisinden sonrakine yani en sondakine baktı önce ve sonrasında önündekilere yolu kapadıklarını ve açıyı yani kuyruğun oluşum yönünü değiştirirlerse yolun rahatlayacağını söyledi. Ancak önündeki iki kişi ile birlikte kendisi ve kendisinden sonraki yolu açma maksadıyla açılarını biraz değiştirdiler. Oluşan kuyruğun arasından geçmek isteyenler kuyruktakiler tarafından hoş karşılanmıyorlardı. Öyle ya arkadan dolansana arkadaş! Ama kuyruk yolu kapatmış gelip geçenlerin dolanmaları söylenen alan ise trafiğe açık olan yoldu. Kendisinin önünde duranlar pozisyonlarını değiştirmemiş ilk söylediğinde yerlerini değiştirenlerde eski pozisyonlarını almıştı. Bu arada önündekiler azalıyor ve kuyruk ta uzuyordu. Şaşırtıcı bir şekilde kendisinden sonra oluşan kuyruğun istediği gibi oluştuğunu fark etti. Oysa uyarının işe yaramayacağını düşünmüş ve sessizce beklemekteydi. Bu durumu görünce hayatta sonuçların olayları başlatanların çok uzağında ve alakasız görünerek gerçekleştiklerini düşündü. Belki değişim çok ciddi müdahaleler ve büyük paradigmalarla gerçekleşmiyordur diye düşündü. Yaşadığı bu küçük olay kendisine düşüncesinin bir kanıtı gibi göründü.

Bu sırada aktif olmayan bankamatiğin önünde de bir kuyruk oluşuyordu. Riski sevenler kuyruğu! Azda olsa bazıları aktif olmayan bankamatiğin önünde kuyrukta sıraya geçiyor ve bekliyorlardı. Veysi içinden aktif olmayan bankamatiğin sorununun giderileceğini ve riski alanların daha önce işlemlerini yapıp gideceklerini düşündü ve içini bir sıkıntı yaladı geçti. Aslında herkes tek sırada bekleseydi ve eğer sorun giderilirse kimse avantajlı veya mağdur olmadan işlemini yapsaydı diye düşündü. Tam o sırada gözü ikinci kuyruktaki birine takıldı ve adamın yüzündeki umut ve kaygının bütün renklerini gördüğünü düşündü. Bu adam kendisinden önce işlemini yapıp gidebilirdi. Kendisi riski üstlenmediği için ve tek sıra gibi kimseyi mağdur etmeyecek bir çözüme sadece kendisi kredi tanıdığı için bu olabilirdi. Bir yandan da sorunun geç çözülebileceğini düşündü ve biraz rahatladı. Ama bu rahatlaması kendisini utandırmıştı. Ama düşündüğü gibi olmadı sorun giderilmiş ve yan sırada bekleyenler işlemlerini yapmaya başlamışlardı. İşin tuhaf tarafı kendisinin önünde beklediği bankamatik arıza verdi. Birden ortalık karıştı. Tam bankamatiğin önünde duran bey amca hemen içeri koşturdu. Diğer sıraya geçmeyi düşünmeden. Muhtemelen içerdekilere bağırdı çağırdı ya da sorunu anlamaya çalıştı. Ama tekrar geldiğinde sıradakiler karışık bir şekilde diğer bankamatiğe yönelmişti. Riski alanlar çifte karlı çıkmış olmanın mutluluğunu yaşıyor görünüyorlardı. Hem riskini alarak önünde bekledikleri bankamatiğin arızası giderilmiş hem de yan yan gözledikleri kuyruğun önünde bulunduğu bankamatik arızalanmıştı.


Veysi bu sefer duygularına kendini kaptırmamaya azimliydi. Evet, yan sıraya karışık bir geçiş olmuş öndekiler arkada sıralara düşmüşlerdi. Arızalanan bankamatiğin önünde bir bayan şaşkın şaşkın duruyordu ve o sırada amca da içerden çıkmıştı. Veysi daha önce hissettiği kötücül insani duyguların da verdiği utangaçlıkla bayana ve amcaya seslendi. “Buyurun bizden önce idiniz” deyip kendinden önceye aldı. Telaşla yan bankamatiğe geçip sıra kapanlardan ön sırada olanlar Veysi’nin bu çıkışına hoşnut olmamışlardı ve bunu rahatsızlıklarını bankaya ve bankamatiğe yönelterek çeşitli yorumlar yaptılar. Onlardan bazıları ise şansızlıklarından dem vurup günlük işleriyle ilgili konuşmaya giriştiler. Sırada Veysi’nin arkasında duranlardan bazıları da “Evet ya çok beklediler, önce onlar işlemlerini yapsın” gibi dört bir tarafa çekilebilecek yorumlar yaptılar. Veysi’nin önünde işlem yapmayı bekleyen dört kişi varken arıza veren bankamatiğin arızası giderildi ve gözü o bankamatikte olan Veysi, hiçbir vicdan azabı ve duygu dalgalanması yaşamadan bankamatiğe yöneldi. Parayı çekip cebine koydu ve oradan ayrıldı. “İşte insan! İşte hayat!” deyip yeniden hocasıyla yapacağı görüşmenin içeriğini düşünmeye başladı.